Salvador Dali kimdir? Salvador Dali eserleri nedir?
Salvador Dali kimdir? Salvador Dali eserleri nedir?
Bugün sürrealist ressam Salvador Dali'nin ölüm yıldönümü 1904 yılında doğan Salvador Dali hakkında bilgiler ve onun eserleri...
Haber Giriş Tarihi: 23.01.2023 12:31
Haber Güncellenme Tarihi: 23.01.2023 12:34
Kaynak:
Haber Merkezi
Haberyazilimi.com
Sanat tarihine unutulmaz izler, eserler ve anılar bırakan ve yarattığı dünyaya kendinden sonra gelen birçok takipçiyi sürükleyen sürrealizm akımının en önemli öncülerinden Salvador Dali hakkında bilinmesi gerekenleri listeledik.
Salvador Dali Kimdir?
Salvador Domingo Felipe Jacinto Dalí i Domènech, kısaca Salvador Dali, teknik becerisi, hassas teknik ressamlığı ve çalışmalarındaki çarpıcı ve tuhaf imgelerle tanınır. İspanyol / Katalan kökenli sürrealist ressam 20. yüzyılın en önemli sanatçılarındandır. En çok 1931 tarihli ‘Belleğin Azmi’ adlı tablosu ile tanınır.
Salvador Dali’nin Hayatı
Salvador Dalí, 11 Mayıs 1904’te Salvador Dalí i Cusí ve Felipa Domenech Ferres’in ikinci çocuğu olarak Figueres, Katalonya, İspanya’da dünyaya geldi. Çiftin 1901 doğumlu ilk çocuğu, Dalí’nin doğumundan tam olarak dokuz ay on gün önce 1 Ağustos 1903 tarihinde sindirim iltihabından öldü ve ismi ‘Salvador’ böylelikle ikinci çocuğa geçti. İlk çocuklarının ölümünü kabullenemeyen Dalí çifti, genç Dalí’nin yanında sık sık ölü kardeşinden bahseder ve onunla birlikte ilk Salvador’un mezarını düzenli olarak ziyaret ederlerdi. Bu, Dalí’nin genç yaşta kimliğiyle ilgili kafa karışıklığı yaşamasına yol açtı. Daha sonra, hiç tanımadığı erkek kardeşi hakkında, “iki damla su gibi göründük ama düşüncelerimiz farklıydı; o muhtemelen benim mükemmelce tasarlanmış ilk versiyonumdu” demişti.
Babası, sert ve otoriter bir karaktere sahip bir noter olan Dalí’nin annesi ise tam aksine şefkatli ve anlayışlıydı ve oğlunun resme olan ilgisini destekledi.
Dalí üç yaşındayken kız kardeşi Ana Maria doğdu. Annesi, kız kardeşi, teyzesi, büyükannesi ve bakıcısının sürekli ilgisini çeken evin tek oğlu olan Dalí, erken yaşlardan itibaren şımarık ve kaprisli bir karakter sergilemeye başladı.
1916’da İspanya’nın Figueres kentindeki Colegio de Hermanos Maristas Instituto’daki resim okuluna başladı. Ciddi bir öğrenci değildi, hayal kurmayı ve sınıfın eksantriği olarak öne çıkmayı tercih ediyor, garip giysileri ve uzun saçlarıyla tüm dikkatleri üzerinde topluyordu. Sanat okulundaki ilk yılının ardından Cadaques’te ailesiyle tatil yaparken, sık sık Paris’i ziyaret eden yerel bir sanatçı olan Ramon Pichot ile tanıştı ve modern resmi keşfetti. Ertesi yıl, babası aile evinde Dalí’nin karakalem çizimlerinden oluşan bir sergi düzenledi. 1919’da genç sanatçı Figueres Belediye Tiyatrosu’nda ilk halka açık sergisini açtı.
Şubat 1921’de Dalí’nin annesi göğüs kanseri nedeniyle vefat etti. Dalí henüz 16 yaşındaydı. Daha sonra annesinin ölümünün hayatında yaşadığı en büyük travma olduğunu söylemiştir. Dalí’nin babası eşinin ölümünden sonra onun kız kardeşiyle evlendi. Dalí bu evliliğe kızmadı, çünkü teyzesine büyük bir sevgi ve saygı duyuyordu.
Bu süreçte babasını bir sanatçı olarak geçimini sağlayabileceğine ikna etti ve resim okumak için İspanya’nın Madrid kentine gitmek için izin aldı. 1922’de Madrid’e taşınan ve orada okula kaydolan Dalí, İtalyan ressam Giorgio de Chirico’nun rüya gibi eserlerinden güçlü bir şekilde etkilendi ve bu dönemdeki çalışmalarında kübizm ve dadaizm etkilerini gösterdi. Fransa ve İsviçre kaynaklı bu yeni eğilimler o zamanlar Madrid’de pek yaygın değildi ve Dalí’nin çalışmaları kısa sürede dikkat çekti.
1920’lerde iki olay onun olgun sanatsal tarzının gelişmesine yol açtı: Birincisi Sigmund Freud’un bilinçaltı görüntülerin erotik önemi üzerine yazılarını keşfiydi. Freud’un psikanalitik çalışmalarından derinden etkilenen Dalí, bilinçaltına erişmeye çalıştığı eserler üretmeye yöneldi. 1930’larda Dalí, “paranoyak eleştirel yöntem” i icat etti ve içsel yaratıcılığını ve hayal gücünü ortaya çıkarmak için bilinçaltı ve halüsinasyonlardan yararlanmaya başladı. Dalí, kendi kendine empoze ettiği bu hezeyana girdikten sonra, görselleştirdiği halüsinasyon görüntülerini genellikle birbiriyle ilişkili olmayan görüntüleri yan yana resmederek elde ediyordu. Bu yöntemi sürekli olarak sanatına ve hayatının diğer yönlerine uygulayan Dalí, yaratıcılığının doruk noktasına erişmeyi ve bu yaratıcılığı örnek sanat eserlerine dönüştürmeyi amaçladı.
Dalí’yi etkileyen bir diğer olay ise bir grup sanatçı ve yazar olan Paris Sürrealistleriyle ilişkisiydi. Madrid’de geçirdiği yıllarda, aynı zamanda kendisi gibi avangart sanata düşkün olan film yapımcısı Luis Buñuel ve şair Federico Garcia Lorca ile yakın arkadaş oldu. 1923’te disiplin eksikliği nedeniyle geçici olarak okuldan uzaklaştırılan Dalí, aynı yıl Girona’daki hükümete karşı siyasi faaliyetleri nedeniyle kısa bir süre hapse atıldı ve nihayetinde sanat okulundan atıldı. 1925’te okula döndü ve Barselona’da ilk kişisel sergisini açtı. Resimleri eleştirmenler tarafından ilgi ve şaşkınlıkla karşılandı.
Dalí, 1926’da Paris’e gitti ve çok saygı duyduğu Pablo Picasso ile tanıştı. Önümüzdeki birkaç yıl içinde, Picasso etkisi Dalí’nin çalışmalarına hakim olacaktı. Dalí, Paris gezisinden döndükten kısa bir süre sonra okulundan kalıcı olarak atıldı ve kısa süre sonra askere gitti. Askerlik hizmetini Ekim 1927’de bitirdi ve Mart 1928’de sanat eleştirmenleri Luís Montanyà ve Sebastià Gasch ile birlikte sanatta modernizmi ve fütürizmi savunan “Anti-Art Catalan Manifesto”yu yazdı.
1929’dan 1937’ye kadar onu dünyanın en tanınmış sürrealist sanatçısı yapan resimlerini üretti. Sıradan nesnelerin yan yana getirildiği, deforme olduğu veya başka şekillerde tuhaf ve mantıksız bir şekilde metamorfize edildiği bir rüya dünyasını tasvir etti. Dalí, bu nesneleri titiz, neredeyse acı verecek kadar gerçekçi ayrıntılarla üretiyor ve genellikle onları anavatanı Katalonya’yı anımsatan kasvetli ve güneşli manzaraların içine yerleştiriyordu. 1929’da arkadaşı İspanyol yönetmen Luis Buñuel ile grotesk ama son derece düşündürücü görüntülerle dolu An Andalusian Dog (Endülüs Köpeği) isimli bir avangart kısa film çekti. Bu film ikiliyi sürrealist sanat çevrelerinde büyük bir üne kavuşturdu. 1931’de Dalí, en ünlü eseriThe Persistance of Memory’yi yaptı. Belleğin Azmi veya Eriyen Saatler olarak da bilinen, geniş bir sahil manzarası önünde eriyen cep saatlerinin tasvir edildiği bu eser genellikle katı ve değişmez zaman kavramına karşı bir protesto olarak yorumlanır. Dalí daha sonra bu resminde, sıcak ağustos güneşinde eriyen bir Camembert peynirinden ilham aldığını söylemiştir.
Dalí ve Gala
1929’da Dalí büyük aşkı, Elena Dmitrievna Diakonova, namıdeğer ‘Gala’ ile tanıştı. Elena, Dalí’den 10 yaş büyüktü ve 1929’da tanıştıklarında şair Paul Eluard ile evli ve bir çocuk annesiydi. Ayrıca, onu bir dizi portrede boyayan Max Ernst’in sevgilisiydi. Dalí ve Gala ilk görüşte aşık oldular ve Gala eşini Dalí için terketti. Dalí, Gala için Gizli Yaşamı’nda şöyle yazmıştı: “O kaderim, zaferim, karım Gradiva’m olacaktı”. Gradiva adı, W. Jensen’in romanından gelmekteydi. Kitabın kahramanı olan Gradiva, ana karaktere psikolojik şifa getiriyordu. 1929’dan itibaren beraber yaşayamaya başlayan Dalí ve Gala, 1934’te evlendi. Gala, onun sanatı için birincil ilham kaynağı oldu. Ayrıca, Dalí’nin sanat anlaşmalarını ve mali işlerini yönetti.
Aralık 1936’da Dalí, The Museum of Modern Art (MoMA)’da ‘Fantastic Art, Dada, Surrealism’ sergisine katıldı ve yine New York’taki Julien Levy Galerisi’nde bir kişisel sergi açtı. Her iki sergiye de büyük katılım sağlandı ve basında geniş bir yer aldı.
1940’ta Dalí ve Gala, İkinci Dünya Savaşı’ndan kaçarak ABD’ye yerleştiler. 9 yıl yaşadığı Amerika Birleşik Devletleri’nde zamanının çoğunu tiyatro setleri, moda mağazalarının iç mekanları ve mücevher tasarlamanın yanı sıra gösterişli gösteriler için dehasını sergilemekle geçirdi.
1942’de Dalí otobiyografisi ‘Salvador Dalí’nin Gizli Yaşamı’nı yayınladı. 1945-46’da Walt Disney ve Spellbound filmlerinin yapımında Alfred Hitchcock ile çalıştı. 1947’de Picasso’nun sürrealist bir portresini yaptı.
Dalí çalışmalarında Picasso, Freud gibi isimlerden ilham almanın yanı sıra doğadan ve hayvanlardan da oldukça etkilenirdi. Çeşitli kaynaklardan ve sembolizmden yararlanır ve hem figüratif hem de soyut hayvan resimlerine eserlerinde sıklıkla yer verirdi.
Onu büyüleyen bir çok hayvan vardı ama en çok karıncayiyenler ilgisini çekiyordu. Bu ilgisi öyle ileri seviyedeydi ki sonunda bir karıncayiyen sahiplendi. Sıradan insanlar köpeğini yürüyüşe çıkarırken Dalí, “Babou” adı verdiği karıncayiyeniyle gezer, hatta onu gittiği partilere bile götürürdü.
Dalí, 1949’dan itibaren Gala ile birlikte Katalonya’da yaşamaya başladı. 1951’de bazı Katolik ve modern bilim kavramlarını sentezlediği Mistik Manifesto’yu yayınladı. II.Dünya Savaşı sonrası çalışmalarında, Katolik temaları ve DNA, hiperküp (dört boyutlu küp) ve atomik çözünme gibi modern bilim kavramları ön plana çıkacaktı. Hiroşima’da patlayan atom bombasının gücünden bir hayli etkilenen Dalí, hayatının bu dönemini “nükleer mistisizm” olarak adlandırdı. Bu dönemde Dalí, tuval üzerine boya sıçratmaları, hologramlar ve optik illüzyonlar gibi birçok farklı teknik denedi.
1960 yılında Figueres belediye başkanı, Dalí’nin yıllar önce ilk sergisine ev sahipliği yapan ve iç savaş nedeniyle “Salvador Dalí Tiyatro ve Müzesi” adı altında hasar gören Belediye Tiyatrosu’nu restore etmeye karar verdi. Dalí, 1974 yılına kadar müzenin yapımında ve dekorasyonunda bizzat yer aldı ve bu proje için çok zaman ve çaba harcadı. Müze 1974’te açılmasına rağmen, Dalí 1980’lerin ortalarına kadar küçük eklemeler ve değişiklikler yapmaya devam etti.
10 Haziran 1982’de Dalí’nin sevgili eşi, menajeri, modeli ve ilham perisi Gala öldü. Gala’nın ölümünden sonra yaşama iradesini kaybeden Dalí, karısının öldüğü ve gömüldüğü Púbol Kalesi’ne yerleşti ve münzevi bir yaşam sürmeye başladı. Temmuz 1982’de İspanya Kralı Juan Carlos, Dalí’yi Púbol’un simgesi ilan etti. Dalí de buna karşılık olarak krala The Head of Europe adlı bir çizim hediye etti. Ağustos 1984’te Dalí, kaledeki yatak odasında bilinmeyen bir nedenle çıkan yangında bacağından yaralandı. Bu olaydan kısa bir süre sonra Figueres’e döndü ve Salvador Dalí Tiyatro ve Müzesi’nde yaşamaya başladı.
Dalí hayatının son yıllarında gittikçe daha az resim yaptı. 1983 yılında Púbol Kalesi’nde yaptığı ‘Serçe Kuyruğu’ adlı tablo Dalí’nin son çalışması oldu.
Ölümünden önce Dalí, adına adanmış iki müzenin açılışına bile tanık oldu. Biri Cleveland, Ohio’daki Salvador Dalí Müzesi, diğeri ise Figureres’deki Teatre- Museu idi. Dalí, 23 Ocak 1989’da kalp yetmezliğinden öldü ve Figueres’te kendi adını taşıyan müzenin mahzenine gömüldü.
La Casa Del Papel ve Dalí Maskesi
Netflix’in uluslararası üne sahip İspanyol serisi “La Casa del Papel” de kullanılan Dalí maskesi, adeta dizinin sembolü haline geldi. Peki “Neden Dalí?”
Bu konu eleştirmenler tarafından çok defa tartışıldı. Bazıları maskenin bir sanatçı olarak Salvador Dalí’yi temsil ettiğine inanırken, bir grup ise daha çok Dalí’nin politik yanını temsil ettiğini düşünüyor.
Dalí, 20. yüzyılın başlarındaki sürrealist hareketin tartışmasız en önemli figürlerindendi ve sürrealizm hareketi her ne kadar tipik olarak Fransa ile ilişkilendirilse de, Dalí İspanyol kökenliydi ve hayatının önemli bir bölümünü İspanya’da yaşayarak geçirdi. Tüm sürrealist akımı eserler gibi, Dalí’nin sanatı da doğası gereği asi ve sürrealist hareket normu bozmaya çalışır türdendi. “La Casa del Papel”deki soyguncular ve kırmızı tulumları da aynı Dalí gibi bir devrimin sembolü haline geldi.
Öne Çıkan Eserler
The Great Masturbator, 1929
Dalí’nin 1929 yılında resmettiği bu eseri, onun sürrealist çağının bir örneğidir. Örtülü sembolizmi, kıvrımlı eriyen çizgileri ve yüzlerle dolu bu tabloda Dalí’nin korkuları, kişisel kaygıları, ısrarcı takıntıları yani onun en içteki çatışmaları açığa çıkmış, adeta kendi kendini keşfetme amaçlı yarattığı bir rüya dünyasını gözler önüne sermiştir.
Tablonun merkezinde, Katalonya’nın deniz kıyısındaki Cap de Creus’taki doğal bir kaya oluşumunun şekline göre aşağıya doğru bakan çarpık bir insan yüzü görürüz. Resmin çoğuna bu yüz hakimdir. Gözleri kapalı ve burnu tehlikeli bir şekilde yerde dengede durmakta olan bu devasa yüzden bir kadın figürü yükselir. Kadın vücudunun hemen altında ise bir
beyaz zambak ve yanıbaşında bir erkek figürünün sadece belden aşağısı resmedilmiştir. Figürün bacaklarındaki taze ve hala kanayan
kesikler vardır. Kadının ağzı erkek cinsel organına bakacak şekilde konumlanmıştır. Bu kadının Dalí’nin büyük aşkı Gala olduğu ve Gala’nın hayatındaki görünümünün bir sonucu olarak geçirdiği manevi ve erotik dönüşümü yansıtan, sanatçının çeşitli kişiliklerinden biri olduğu söylenmektedir. Öte yandan portrenin hemen altında ölü bir çekirge vardır. Çekirgenin, Dalí’nin büyük böcek takıntısını temsil ettiği düşünülmektedir. Çekirgenin göbeğinde dolaşan karıncalar ise ters yüz şekilde yukarı doğru hareket etmektedirler. Dalí’nin böceklerden korktuğu gerçeğinden yola çıkarak, kontrolünü kaybettiğini tasvir ettiği sonucuna varılabilir.
Bu kendine has çeşitli imgeler ve türünün tek örneği paranoyak eleştirel yorumları, gelecekteki resimlerinde tekrar tekrar ortaya çıkmıştır. Örneğin, ikonik başyapıtı ‘The Persistence of Memory’de bu imgelemi net bir şekilde görebiliriz.
Eser günümüzde Madrid’deki Museo Nacional Centro de Arte Reina Sofia’da sergilenmektedir.
The Persistance of Memory, 1931
1931 tarihli ‘Belleğin Azmi’ ya da daha çok bilinen adıyla ‘Eriyen Saatler’, hem Dalí’nin hem de sürrealizm akımının en tanınmış eserlerinden biridir. Bu resmi yapmadan bir yıl önce Dalí, kendi sanat yaklaşımını geliştirerek “paranoyak eleştirel yöntemini” formüle etti. Bir sanat eserini kolaylaştırmak için kendinden kaynaklı paranoya ve halüsinasyonlara dayanan bu yöntem, özellikle Dalí’nin stil bakımından gerçekçiliğe dayanan, ancak konu bakımından gerçekçi olmayan bir çalışma koleksiyonu olan, elle boyanmış rüya fotoğraflarının yaratılmasında etkili oldu.
Bir yanı Dalí’nin deyimiyle sıcak Ağustos güneşinde eriyen bir Camembert peynirinden ilham alan Belleğin Azmi, öte yandan Dalí’nin Paranoyak-Kritik Metot süreciyle elde ettiği bir çocukluk olayına dayanmaktadır. Bir başka deyişle, “yeniden keşfedilmiş” bir anıdır. Eserin merkezinde tuhaf, neredeyse ama tamamen insansı olmayan bir figür yatmaktadır. Bunun, bir rüya hali olduğunu belirtmek için biri kapalı diğeri açık bir göz ile resmettiği bu figürün, Dalí’nin kendisinin bir temsili olduğuna inanılıyor.
Eser 1934 yılında ismini gizli tutmak isteyen bir bağışçı tarafından The Museum of Modern Art (MoMA)’ın koleksiyonuna bağışlanmıştır. Günümüzde halen MoMA’da sergilenmektedir.
The Metamorphosis of Narcissus, 1937
The Metamorphosis of Narcissus, Dalí’nin tamamen ‘paranoyak eleştirel yöntem’e uygun olarak yaptığı ilk resimdir. Dalí bu yöntemi deliryum fenomeninin eleştirel-yorumlayıcı ilişkisine dayanan ”irrasyonel bilginin spontane yöntemi ” olarak tanımlanmıştır.
Yunan mitolojisindeki Narcissus’un, bir diğer adıyla Nergis’in, bir havuzda yansıyan kendi görüntüsünü gördükten sonra kendine bakamayacak kadar hayran kalması ve sonunda ortadan kayboluşunun hikayesini anlatıyor. Resmin ortasına, Narcissus’un reddettiği taliplerinden oluşan bir grup erkek yerleştirmiş. Tuvalin sol tarafında bir göl kenarında çömelmiş Nergis figürü başını dizine yaslamış ve taş eliyle vücudunun şeklini yansıtan bir yumurtayı sağında tutarken, kırık yumurtadan ise bir nergis çiçeği filizlenmiş.
Tıpkı ‘Swans Reflecting Elephants’ tablosundaki gibi bu resimde görülen ikili görüntüyü oluşturmak için Dalí yine bir göldeki yansımayı kullanmış ve havuzda diz çökmüş Nergis’in yumurtayı ve çiçeği tutan ele dönüşmesini halüsinatif bir etkiyle tasvir etmek için ‘elle boyanmış renkli fotoğraf’ olarak tanımladığı titiz bir teknik kullanmış.
Günümüzde Londra’da bulunan Tate Modern Müzesi’nde sergilenmektedir.
Swans Reflecting Elephants, 1937
Be eser 1937 yılında yapılmış olup, Dalí’nin Paranoyak kritik döneminin öncülerindendir. Tuval üzerine yağlı boya kullanılarak yapılan eser, Dalí’nin ünlü çift resimlerinden biridir. Bu çifte imgeler, Dalí’nin 1935 tarihli makalesi “The Conquest of the Irrational”da ortaya koyduğu “paranoyal-eleştirel yönteminin” önemli bir parçasıdır. Süreci, “çılgın fenomenlerin yorumlayıcı eleştirel çağrışımına dayanan spontan irrasyonel bir anlayış yöntemi” olarak açıklayan Dalí, otuzlu yıllarda resimlerini dolduran halüsinasyon formlarını, ikili imgeleri ve görsel yanılsamaları ortaya çıkarmak için bu yöntemi sıklıkla kullanmıştır.
Burada donuk yapraksız ağaçların önündeki üç kuğunun göle yansıdığını görürüz, böylece kuğuların kafaları fillerin başları, ağaçlar ise fillerin gövdeleri olur. Resmin arka planında, ateşli sonbahar renkleriyle tasvir edilen bir Katalonya manzarası ve gölü çevreleyen uçurumlarda kıvrımlar oluşturan fırça çalışmaları, suyun durgunluğuyla tezat oluşturmaktadır. Resmin sol tarafında sırtı dönük olarak duran erkek figürünün Dalí’nin bir otoportresi olduğu ve sürrealizm hareketinin gidişatı bakımından hüsrana uğradığı için kendisini görüntünün geri kalanından uzağa bakacak şekilde resmettiği söylenmektedir. Öte yandan bu figürün Dalí’nin yakın arkadaşı Marcel Duchamp olduğu da iddia edilmektedir.
The Burning Giraffe, 1937
Dalí, Yanan Zürafa’yı 1940-1948 yılları arasında Amerika Birleşik Devletleri’ndeki sürgününden önce resmetmiştir. Bu resim, onun memleketindeki savaşla kişisel mücadelesini göstermektedir. Dalí’nin daha sonraki bir tarihte “femme-koksiks” (kuyruk kemiği kadın) olarak tanımladığı bu fenomen eser, Sigmund Freud’un psikanalitik yöntemine dayandırılabilir.
Ön planda sandık gibi yandan açılan çekmeceli bir kadın figürü vardır. Bu muazzam kadın figüründeki açılmış çekmeceler, insanın bilinçaltına atıfta bulunur. Dalí bu imajinasyon için “çekmecelerimizin her birinden yükselen sayısız narsisistik kokuyu takip etmeye, belirli bir içgörüyü göstermeye hizmet eden bir tür alegori” tanımlasında bulunmuştur.
Hem öndeki hem de arkadaki iki kadın da koltuk değneği benzeri nesnelerle desteklenen, sırtlarından çıkıntı yapan tanımlanmamış şekillere sahiptir. Öndeki figürün elleri, kolları ve yüzü derinin altındaki kas dokusuna kadar sıyrılmış haldedir. Arkadaki figür ise elinde bir şerit et tutmaktadır. Masmavi bir gökyüzü ile alacakaranlık atmosferin tezatlığını açık bir şekilde gördüğümüz bu eserde, resmin geri kalan unsurlarıyla karşılaştırıldığında oldukça küçük olan Zürafa figürü ise sırtı yanarken resmedilmiştir. Yanan zürafa görüntüsünü ilk kez 1930 yapımı L’Âge d’Or (Altın Çağ) filminde kullanan Dalí, zürafa figürüne devam eden yıllarda da eserlerinde sıklıkla yer vermiştir. Dalí için bir totem hayvanı olarak simgeleşen zürafa “erkeksi kozmik kıyamet canavarı” ve bir savaş önsezisidir.
Ballerina in a Death’s Head, 1939
Bu resim Dalí’nin, kahramanı Sigmund Freud’u etkilemek amacıyla geliştirdiği paranoyak eleştirel yönteminin örneklerinden biridir.
Bu yöntemi “çılgın fenomenlerin çağrışımlarının ve yorumlarının eleştirel ve sistematik nesnelliğine dayanan spontan irrasyonel bilgi yöntemi” olarak tanımlayan Dalí’nin en çok ilgisini çeken şey, paranoyanın yönü ve beynin rasyonel olarak bağlantılı olmayan şeyler arasındaki bağlantıları algılama yeteneğidir.
Tıpkı ‘Swans Reflecting Elephants’ veya ‘The Great Mastrubator’da olduğu gibi, bir sanat eseri yaratırken yöntemi kullanmak, çalışmadaki görüntüleri görselleştirmek ve bunları nihai ürüne dahil etmek için aktif bir zihin sürecini kullanmış ve ortaya çıkan çalışmanın bir örneği olarak, belirsiz bir görüntünün farklı şekillerde yorumlanabildiği bir çift görüntü oluşturmuştur.
The Temptation of St. Anthony, 1946
1946’da yapılmış olan ‘Aziz Antonius’un Baştan Çıkarılışı’, Dalí’nin genel olarak “klasik dönem” veya “Dalí Rönesansı” olarak bilinen eserlerinin bir öncüsüdür.
Adından da anlaşılacağı gibi bu resim, Hıristiyan keşiş Büyük Aziz Anthony’nin Mısır çöl hac yolculuğu sırasında karşı karşıya kaldığı doğaüstü olaylar dizisini tasvir ediyor.
Bu resmin bir başka önemli yanı ise, Dalí’nin sanat hayatı boyunca ilk ve son kez bir yarışma için resim yapmış olmasıdır. 1946 yılında Loew Lewin Company isimli bir yapım şirketi tarafından, Saint Anthony’nin cazibesi konulu sanatsal bir yarışma düzenlenmiş ve bu yarışmaya aralarında Dalí, Paul Delaux, Max Ernst’in de bulunduğu 11 ressam katılmış; ödülün sahibi ise Max Ernst olmuştur.
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
agazete
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Salvador Dali kimdir? Salvador Dali eserleri nedir?
Bugün sürrealist ressam Salvador Dali'nin ölüm yıldönümü 1904 yılında doğan Salvador Dali hakkında bilgiler ve onun eserleri...
Sanat tarihine unutulmaz izler, eserler ve anılar bırakan ve yarattığı dünyaya kendinden sonra gelen birçok takipçiyi sürükleyen sürrealizm akımının en önemli öncülerinden Salvador Dali hakkında bilinmesi gerekenleri listeledik.
Salvador Dali Kimdir?
Salvador Domingo Felipe Jacinto Dalí i Domènech, kısaca Salvador Dali, teknik becerisi, hassas teknik ressamlığı ve çalışmalarındaki çarpıcı ve tuhaf imgelerle tanınır. İspanyol / Katalan kökenli sürrealist ressam 20. yüzyılın en önemli sanatçılarındandır. En çok 1931 tarihli ‘Belleğin Azmi’ adlı tablosu ile tanınır.
Salvador Dali’nin Hayatı
Salvador Dalí, 11 Mayıs 1904’te Salvador Dalí i Cusí ve Felipa Domenech Ferres’in ikinci çocuğu olarak Figueres, Katalonya, İspanya’da dünyaya geldi. Çiftin 1901 doğumlu ilk çocuğu, Dalí’nin doğumundan tam olarak dokuz ay on gün önce 1 Ağustos 1903 tarihinde sindirim iltihabından öldü ve ismi ‘Salvador’ böylelikle ikinci çocuğa geçti. İlk çocuklarının ölümünü kabullenemeyen Dalí çifti, genç Dalí’nin yanında sık sık ölü kardeşinden bahseder ve onunla birlikte ilk Salvador’un mezarını düzenli olarak ziyaret ederlerdi. Bu, Dalí’nin genç yaşta kimliğiyle ilgili kafa karışıklığı yaşamasına yol açtı. Daha sonra, hiç tanımadığı erkek kardeşi hakkında, “iki damla su gibi göründük ama düşüncelerimiz farklıydı; o muhtemelen benim mükemmelce tasarlanmış ilk versiyonumdu” demişti.
Babası, sert ve otoriter bir karaktere sahip bir noter olan Dalí’nin annesi ise tam aksine şefkatli ve anlayışlıydı ve oğlunun resme olan ilgisini destekledi.
Dalí üç yaşındayken kız kardeşi Ana Maria doğdu. Annesi, kız kardeşi, teyzesi, büyükannesi ve bakıcısının sürekli ilgisini çeken evin tek oğlu olan Dalí, erken yaşlardan itibaren şımarık ve kaprisli bir karakter sergilemeye başladı.
1916’da İspanya’nın Figueres kentindeki Colegio de Hermanos Maristas Instituto’daki resim okuluna başladı. Ciddi bir öğrenci değildi, hayal kurmayı ve sınıfın eksantriği olarak öne çıkmayı tercih ediyor, garip giysileri ve uzun saçlarıyla tüm dikkatleri üzerinde topluyordu. Sanat okulundaki ilk yılının ardından Cadaques’te ailesiyle tatil yaparken, sık sık Paris’i ziyaret eden yerel bir sanatçı olan Ramon Pichot ile tanıştı ve modern resmi keşfetti. Ertesi yıl, babası aile evinde Dalí’nin karakalem çizimlerinden oluşan bir sergi düzenledi. 1919’da genç sanatçı Figueres Belediye Tiyatrosu’nda ilk halka açık sergisini açtı.
Şubat 1921’de Dalí’nin annesi göğüs kanseri nedeniyle vefat etti. Dalí henüz 16 yaşındaydı. Daha sonra annesinin ölümünün hayatında yaşadığı en büyük travma olduğunu söylemiştir. Dalí’nin babası eşinin ölümünden sonra onun kız kardeşiyle evlendi. Dalí bu evliliğe kızmadı, çünkü teyzesine büyük bir sevgi ve saygı duyuyordu.
Bu süreçte babasını bir sanatçı olarak geçimini sağlayabileceğine ikna etti ve resim okumak için İspanya’nın Madrid kentine gitmek için izin aldı. 1922’de Madrid’e taşınan ve orada okula kaydolan Dalí, İtalyan ressam Giorgio de Chirico’nun rüya gibi eserlerinden güçlü bir şekilde etkilendi ve bu dönemdeki çalışmalarında kübizm ve dadaizm etkilerini gösterdi. Fransa ve İsviçre kaynaklı bu yeni eğilimler o zamanlar Madrid’de pek yaygın değildi ve Dalí’nin çalışmaları kısa sürede dikkat çekti.
1920’lerde iki olay onun olgun sanatsal tarzının gelişmesine yol açtı: Birincisi Sigmund Freud’un bilinçaltı görüntülerin erotik önemi üzerine yazılarını keşfiydi. Freud’un psikanalitik çalışmalarından derinden etkilenen Dalí, bilinçaltına erişmeye çalıştığı eserler üretmeye yöneldi. 1930’larda Dalí, “paranoyak eleştirel yöntem” i icat etti ve içsel yaratıcılığını ve hayal gücünü ortaya çıkarmak için bilinçaltı ve halüsinasyonlardan yararlanmaya başladı. Dalí, kendi kendine empoze ettiği bu hezeyana girdikten sonra, görselleştirdiği halüsinasyon görüntülerini genellikle birbiriyle ilişkili olmayan görüntüleri yan yana resmederek elde ediyordu. Bu yöntemi sürekli olarak sanatına ve hayatının diğer yönlerine uygulayan Dalí, yaratıcılığının doruk noktasına erişmeyi ve bu yaratıcılığı örnek sanat eserlerine dönüştürmeyi amaçladı.
Dalí’yi etkileyen bir diğer olay ise bir grup sanatçı ve yazar olan Paris Sürrealistleriyle ilişkisiydi. Madrid’de geçirdiği yıllarda, aynı zamanda kendisi gibi avangart sanata düşkün olan film yapımcısı Luis Buñuel ve şair Federico Garcia Lorca ile yakın arkadaş oldu. 1923’te disiplin eksikliği nedeniyle geçici olarak okuldan uzaklaştırılan Dalí, aynı yıl Girona’daki hükümete karşı siyasi faaliyetleri nedeniyle kısa bir süre hapse atıldı ve nihayetinde sanat okulundan atıldı. 1925’te okula döndü ve Barselona’da ilk kişisel sergisini açtı. Resimleri eleştirmenler tarafından ilgi ve şaşkınlıkla karşılandı.
Dalí, 1926’da Paris’e gitti ve çok saygı duyduğu Pablo Picasso ile tanıştı. Önümüzdeki birkaç yıl içinde, Picasso etkisi Dalí’nin çalışmalarına hakim olacaktı. Dalí, Paris gezisinden döndükten kısa bir süre sonra okulundan kalıcı olarak atıldı ve kısa süre sonra askere gitti. Askerlik hizmetini Ekim 1927’de bitirdi ve Mart 1928’de sanat eleştirmenleri Luís Montanyà ve Sebastià Gasch ile birlikte sanatta modernizmi ve fütürizmi savunan “Anti-Art Catalan Manifesto”yu yazdı.
1929’dan 1937’ye kadar onu dünyanın en tanınmış sürrealist sanatçısı yapan resimlerini üretti. Sıradan nesnelerin yan yana getirildiği, deforme olduğu veya başka şekillerde tuhaf ve mantıksız bir şekilde metamorfize edildiği bir rüya dünyasını tasvir etti. Dalí, bu nesneleri titiz, neredeyse acı verecek kadar gerçekçi ayrıntılarla üretiyor ve genellikle onları anavatanı Katalonya’yı anımsatan kasvetli ve güneşli manzaraların içine yerleştiriyordu. 1929’da arkadaşı İspanyol yönetmen Luis Buñuel ile grotesk ama son derece düşündürücü görüntülerle dolu An Andalusian Dog (Endülüs Köpeği) isimli bir avangart kısa film çekti. Bu film ikiliyi sürrealist sanat çevrelerinde büyük bir üne kavuşturdu. 1931’de Dalí, en ünlü eseriThe Persistance of Memory’yi yaptı. Belleğin Azmi veya Eriyen Saatler olarak da bilinen, geniş bir sahil manzarası önünde eriyen cep saatlerinin tasvir edildiği bu eser genellikle katı ve değişmez zaman kavramına karşı bir protesto olarak yorumlanır. Dalí daha sonra bu resminde, sıcak ağustos güneşinde eriyen bir Camembert peynirinden ilham aldığını söylemiştir.
Dalí ve Gala
1929’da Dalí büyük aşkı, Elena Dmitrievna Diakonova, namıdeğer ‘Gala’ ile tanıştı. Elena, Dalí’den 10 yaş büyüktü ve 1929’da tanıştıklarında şair Paul Eluard ile evli ve bir çocuk annesiydi. Ayrıca, onu bir dizi portrede boyayan Max Ernst’in sevgilisiydi. Dalí ve Gala ilk görüşte aşık oldular ve Gala eşini Dalí için terketti. Dalí, Gala için Gizli Yaşamı’nda şöyle yazmıştı: “O kaderim, zaferim, karım Gradiva’m olacaktı”. Gradiva adı, W. Jensen’in romanından gelmekteydi. Kitabın kahramanı olan Gradiva, ana karaktere psikolojik şifa getiriyordu. 1929’dan itibaren beraber yaşayamaya başlayan Dalí ve Gala, 1934’te evlendi. Gala, onun sanatı için birincil ilham kaynağı oldu. Ayrıca, Dalí’nin sanat anlaşmalarını ve mali işlerini yönetti.
Aralık 1936’da Dalí, The Museum of Modern Art (MoMA)’da ‘Fantastic Art, Dada, Surrealism’ sergisine katıldı ve yine New York’taki Julien Levy Galerisi’nde bir kişisel sergi açtı. Her iki sergiye de büyük katılım sağlandı ve basında geniş bir yer aldı.
1940’ta Dalí ve Gala, İkinci Dünya Savaşı’ndan kaçarak ABD’ye yerleştiler. 9 yıl yaşadığı Amerika Birleşik Devletleri’nde zamanının çoğunu tiyatro setleri, moda mağazalarının iç mekanları ve mücevher tasarlamanın yanı sıra gösterişli gösteriler için dehasını sergilemekle geçirdi.
1942’de Dalí otobiyografisi ‘Salvador Dalí’nin Gizli Yaşamı’nı yayınladı. 1945-46’da Walt Disney ve Spellbound filmlerinin yapımında Alfred Hitchcock ile çalıştı. 1947’de Picasso’nun sürrealist bir portresini yaptı.
Dalí çalışmalarında Picasso, Freud gibi isimlerden ilham almanın yanı sıra doğadan ve hayvanlardan da oldukça etkilenirdi. Çeşitli kaynaklardan ve sembolizmden yararlanır ve hem figüratif hem de soyut hayvan resimlerine eserlerinde sıklıkla yer verirdi.
Onu büyüleyen bir çok hayvan vardı ama en çok karıncayiyenler ilgisini çekiyordu. Bu ilgisi öyle ileri seviyedeydi ki sonunda bir karıncayiyen sahiplendi. Sıradan insanlar köpeğini yürüyüşe çıkarırken Dalí, “Babou” adı verdiği karıncayiyeniyle gezer, hatta onu gittiği partilere bile götürürdü.
Dalí, 1949’dan itibaren Gala ile birlikte Katalonya’da yaşamaya başladı. 1951’de bazı Katolik ve modern bilim kavramlarını sentezlediği Mistik Manifesto’yu yayınladı. II.Dünya Savaşı sonrası çalışmalarında, Katolik temaları ve DNA, hiperküp (dört boyutlu küp) ve atomik çözünme gibi modern bilim kavramları ön plana çıkacaktı. Hiroşima’da patlayan atom bombasının gücünden bir hayli etkilenen Dalí, hayatının bu dönemini “nükleer mistisizm” olarak adlandırdı. Bu dönemde Dalí, tuval üzerine boya sıçratmaları, hologramlar ve optik illüzyonlar gibi birçok farklı teknik denedi.
1960 yılında Figueres belediye başkanı, Dalí’nin yıllar önce ilk sergisine ev sahipliği yapan ve iç savaş nedeniyle “Salvador Dalí Tiyatro ve Müzesi” adı altında hasar gören Belediye Tiyatrosu’nu restore etmeye karar verdi. Dalí, 1974 yılına kadar müzenin yapımında ve dekorasyonunda bizzat yer aldı ve bu proje için çok zaman ve çaba harcadı. Müze 1974’te açılmasına rağmen, Dalí 1980’lerin ortalarına kadar küçük eklemeler ve değişiklikler yapmaya devam etti.
10 Haziran 1982’de Dalí’nin sevgili eşi, menajeri, modeli ve ilham perisi Gala öldü. Gala’nın ölümünden sonra yaşama iradesini kaybeden Dalí, karısının öldüğü ve gömüldüğü Púbol Kalesi’ne yerleşti ve münzevi bir yaşam sürmeye başladı. Temmuz 1982’de İspanya Kralı Juan Carlos, Dalí’yi Púbol’un simgesi ilan etti. Dalí de buna karşılık olarak krala The Head of Europe adlı bir çizim hediye etti. Ağustos 1984’te Dalí, kaledeki yatak odasında bilinmeyen bir nedenle çıkan yangında bacağından yaralandı. Bu olaydan kısa bir süre sonra Figueres’e döndü ve Salvador Dalí Tiyatro ve Müzesi’nde yaşamaya başladı.
Dalí hayatının son yıllarında gittikçe daha az resim yaptı. 1983 yılında Púbol Kalesi’nde yaptığı ‘Serçe Kuyruğu’ adlı tablo Dalí’nin son çalışması oldu.
Ölümünden önce Dalí, adına adanmış iki müzenin açılışına bile tanık oldu. Biri Cleveland, Ohio’daki Salvador Dalí Müzesi, diğeri ise Figureres’deki Teatre- Museu idi. Dalí, 23 Ocak 1989’da kalp yetmezliğinden öldü ve Figueres’te kendi adını taşıyan müzenin mahzenine gömüldü.
La Casa Del Papel ve Dalí Maskesi
Netflix’in uluslararası üne sahip İspanyol serisi “La Casa del Papel” de kullanılan Dalí maskesi, adeta dizinin sembolü haline geldi. Peki “Neden Dalí?”
Bu konu eleştirmenler tarafından çok defa tartışıldı. Bazıları maskenin bir sanatçı olarak Salvador Dalí’yi temsil ettiğine inanırken, bir grup ise daha çok Dalí’nin politik yanını temsil ettiğini düşünüyor.
Dalí, 20. yüzyılın başlarındaki sürrealist hareketin tartışmasız en önemli figürlerindendi ve sürrealizm hareketi her ne kadar tipik olarak Fransa ile ilişkilendirilse de, Dalí İspanyol kökenliydi ve hayatının önemli bir bölümünü İspanya’da yaşayarak geçirdi. Tüm sürrealist akımı eserler gibi, Dalí’nin sanatı da doğası gereği asi ve sürrealist hareket normu bozmaya çalışır türdendi. “La Casa del Papel”deki soyguncular ve kırmızı tulumları da aynı Dalí gibi bir devrimin sembolü haline geldi.
Öne Çıkan Eserler
The Great Masturbator, 1929
Dalí’nin 1929 yılında resmettiği bu eseri, onun sürrealist çağının bir örneğidir. Örtülü sembolizmi, kıvrımlı eriyen çizgileri ve yüzlerle dolu bu tabloda Dalí’nin korkuları, kişisel kaygıları, ısrarcı takıntıları yani onun en içteki çatışmaları açığa çıkmış, adeta kendi kendini keşfetme amaçlı yarattığı bir rüya dünyasını gözler önüne sermiştir.
Tablonun merkezinde, Katalonya’nın deniz kıyısındaki Cap de Creus’taki doğal bir kaya oluşumunun şekline göre aşağıya doğru bakan çarpık bir insan yüzü görürüz. Resmin çoğuna bu yüz hakimdir. Gözleri kapalı ve burnu tehlikeli bir şekilde yerde dengede durmakta olan bu devasa yüzden bir kadın figürü yükselir. Kadın vücudunun hemen altında ise bir
beyaz zambak ve yanıbaşında bir erkek figürünün sadece belden aşağısı resmedilmiştir. Figürün bacaklarındaki taze ve hala kanayan
kesikler vardır. Kadının ağzı erkek cinsel organına bakacak şekilde konumlanmıştır. Bu kadının Dalí’nin büyük aşkı Gala olduğu ve Gala’nın hayatındaki görünümünün bir sonucu olarak geçirdiği manevi ve erotik dönüşümü yansıtan, sanatçının çeşitli kişiliklerinden biri olduğu söylenmektedir. Öte yandan portrenin hemen altında ölü bir çekirge vardır. Çekirgenin, Dalí’nin büyük böcek takıntısını temsil ettiği düşünülmektedir. Çekirgenin göbeğinde dolaşan karıncalar ise ters yüz şekilde yukarı doğru hareket etmektedirler. Dalí’nin böceklerden korktuğu gerçeğinden yola çıkarak, kontrolünü kaybettiğini tasvir ettiği sonucuna varılabilir.
Bu kendine has çeşitli imgeler ve türünün tek örneği paranoyak eleştirel yorumları, gelecekteki resimlerinde tekrar tekrar ortaya çıkmıştır. Örneğin, ikonik başyapıtı ‘The Persistence of Memory’de bu imgelemi net bir şekilde görebiliriz.
Eser günümüzde Madrid’deki Museo Nacional Centro de Arte Reina Sofia’da sergilenmektedir.
The Persistance of Memory, 1931
1931 tarihli ‘Belleğin Azmi’ ya da daha çok bilinen adıyla ‘Eriyen Saatler’, hem Dalí’nin hem de sürrealizm akımının en tanınmış eserlerinden biridir. Bu resmi yapmadan bir yıl önce Dalí, kendi sanat yaklaşımını geliştirerek “paranoyak eleştirel yöntemini” formüle etti. Bir sanat eserini kolaylaştırmak için kendinden kaynaklı paranoya ve halüsinasyonlara dayanan bu yöntem, özellikle Dalí’nin stil bakımından gerçekçiliğe dayanan, ancak konu bakımından gerçekçi olmayan bir çalışma koleksiyonu olan, elle boyanmış rüya fotoğraflarının yaratılmasında etkili oldu.
Bir yanı Dalí’nin deyimiyle sıcak Ağustos güneşinde eriyen bir Camembert peynirinden ilham alan Belleğin Azmi, öte yandan Dalí’nin Paranoyak-Kritik Metot süreciyle elde ettiği bir çocukluk olayına dayanmaktadır. Bir başka deyişle, “yeniden keşfedilmiş” bir anıdır. Eserin merkezinde tuhaf, neredeyse ama tamamen insansı olmayan bir figür yatmaktadır. Bunun, bir rüya hali olduğunu belirtmek için biri kapalı diğeri açık bir göz ile resmettiği bu figürün, Dalí’nin kendisinin bir temsili olduğuna inanılıyor.
Eser 1934 yılında ismini gizli tutmak isteyen bir bağışçı tarafından The Museum of Modern Art (MoMA)’ın koleksiyonuna bağışlanmıştır. Günümüzde halen MoMA’da sergilenmektedir.
The Metamorphosis of Narcissus, 1937
The Metamorphosis of Narcissus, Dalí’nin tamamen ‘paranoyak eleştirel yöntem’e uygun olarak yaptığı ilk resimdir. Dalí bu yöntemi deliryum fenomeninin eleştirel-yorumlayıcı ilişkisine dayanan ”irrasyonel bilginin spontane yöntemi ” olarak tanımlanmıştır.
Yunan mitolojisindeki Narcissus’un, bir diğer adıyla Nergis’in, bir havuzda yansıyan kendi görüntüsünü gördükten sonra kendine bakamayacak kadar hayran kalması ve sonunda ortadan kayboluşunun hikayesini anlatıyor. Resmin ortasına, Narcissus’un reddettiği taliplerinden oluşan bir grup erkek yerleştirmiş. Tuvalin sol tarafında bir göl kenarında çömelmiş Nergis figürü başını dizine yaslamış ve taş eliyle vücudunun şeklini yansıtan bir yumurtayı sağında tutarken, kırık yumurtadan ise bir nergis çiçeği filizlenmiş.
Tıpkı ‘Swans Reflecting Elephants’ tablosundaki gibi bu resimde görülen ikili görüntüyü oluşturmak için Dalí yine bir göldeki yansımayı kullanmış ve havuzda diz çökmüş Nergis’in yumurtayı ve çiçeği tutan ele dönüşmesini halüsinatif bir etkiyle tasvir etmek için ‘elle boyanmış renkli fotoğraf’ olarak tanımladığı titiz bir teknik kullanmış.
Günümüzde Londra’da bulunan Tate Modern Müzesi’nde sergilenmektedir.
Swans Reflecting Elephants, 1937
Be eser 1937 yılında yapılmış olup, Dalí’nin Paranoyak kritik döneminin öncülerindendir. Tuval üzerine yağlı boya kullanılarak yapılan eser, Dalí’nin ünlü çift resimlerinden biridir. Bu çifte imgeler, Dalí’nin 1935 tarihli makalesi “The Conquest of the Irrational”da ortaya koyduğu “paranoyal-eleştirel yönteminin” önemli bir parçasıdır. Süreci, “çılgın fenomenlerin yorumlayıcı eleştirel çağrışımına dayanan spontan irrasyonel bir anlayış yöntemi” olarak açıklayan Dalí, otuzlu yıllarda resimlerini dolduran halüsinasyon formlarını, ikili imgeleri ve görsel yanılsamaları ortaya çıkarmak için bu yöntemi sıklıkla kullanmıştır.
Burada donuk yapraksız ağaçların önündeki üç kuğunun göle yansıdığını görürüz, böylece kuğuların kafaları fillerin başları, ağaçlar ise fillerin gövdeleri olur. Resmin arka planında, ateşli sonbahar renkleriyle tasvir edilen bir Katalonya manzarası ve gölü çevreleyen uçurumlarda kıvrımlar oluşturan fırça çalışmaları, suyun durgunluğuyla tezat oluşturmaktadır. Resmin sol tarafında sırtı dönük olarak duran erkek figürünün Dalí’nin bir otoportresi olduğu ve sürrealizm hareketinin gidişatı bakımından hüsrana uğradığı için kendisini görüntünün geri kalanından uzağa bakacak şekilde resmettiği söylenmektedir. Öte yandan bu figürün Dalí’nin yakın arkadaşı Marcel Duchamp olduğu da iddia edilmektedir.
The Burning Giraffe, 1937
Dalí, Yanan Zürafa’yı 1940-1948 yılları arasında Amerika Birleşik Devletleri’ndeki sürgününden önce resmetmiştir. Bu resim, onun memleketindeki savaşla kişisel mücadelesini göstermektedir. Dalí’nin daha sonraki bir tarihte “femme-koksiks” (kuyruk kemiği kadın) olarak tanımladığı bu fenomen eser, Sigmund Freud’un psikanalitik yöntemine dayandırılabilir.
Ön planda sandık gibi yandan açılan çekmeceli bir kadın figürü vardır. Bu muazzam kadın figüründeki açılmış çekmeceler, insanın bilinçaltına atıfta bulunur. Dalí bu imajinasyon için “çekmecelerimizin her birinden yükselen sayısız narsisistik kokuyu takip etmeye, belirli bir içgörüyü göstermeye hizmet eden bir tür alegori” tanımlasında bulunmuştur.
Hem öndeki hem de arkadaki iki kadın da koltuk değneği benzeri nesnelerle desteklenen, sırtlarından çıkıntı yapan tanımlanmamış şekillere sahiptir. Öndeki figürün elleri, kolları ve yüzü derinin altındaki kas dokusuna kadar sıyrılmış haldedir. Arkadaki figür ise elinde bir şerit et tutmaktadır. Masmavi bir gökyüzü ile alacakaranlık atmosferin tezatlığını açık bir şekilde gördüğümüz bu eserde, resmin geri kalan unsurlarıyla karşılaştırıldığında oldukça küçük olan Zürafa figürü ise sırtı yanarken resmedilmiştir. Yanan zürafa görüntüsünü ilk kez 1930 yapımı L’Âge d’Or (Altın Çağ) filminde kullanan Dalí, zürafa figürüne devam eden yıllarda da eserlerinde sıklıkla yer vermiştir. Dalí için bir totem hayvanı olarak simgeleşen zürafa “erkeksi kozmik kıyamet canavarı” ve bir savaş önsezisidir.
Ballerina in a Death’s Head, 1939
Bu resim Dalí’nin, kahramanı Sigmund Freud’u etkilemek amacıyla geliştirdiği paranoyak eleştirel yönteminin örneklerinden biridir.
Bu yöntemi “çılgın fenomenlerin çağrışımlarının ve yorumlarının eleştirel ve sistematik nesnelliğine dayanan spontan irrasyonel bilgi yöntemi” olarak tanımlayan Dalí’nin en çok ilgisini çeken şey, paranoyanın yönü ve beynin rasyonel olarak bağlantılı olmayan şeyler arasındaki bağlantıları algılama yeteneğidir.
Tıpkı ‘Swans Reflecting Elephants’ veya ‘The Great Mastrubator’da olduğu gibi, bir sanat eseri yaratırken yöntemi kullanmak, çalışmadaki görüntüleri görselleştirmek ve bunları nihai ürüne dahil etmek için aktif bir zihin sürecini kullanmış ve ortaya çıkan çalışmanın bir örneği olarak, belirsiz bir görüntünün farklı şekillerde yorumlanabildiği bir çift görüntü oluşturmuştur.
The Temptation of St. Anthony, 1946
1946’da yapılmış olan ‘Aziz Antonius’un Baştan Çıkarılışı’, Dalí’nin genel olarak “klasik dönem” veya “Dalí Rönesansı” olarak bilinen eserlerinin bir öncüsüdür.
Adından da anlaşılacağı gibi bu resim, Hıristiyan keşiş Büyük Aziz Anthony’nin Mısır çöl hac yolculuğu sırasında karşı karşıya kaldığı doğaüstü olaylar dizisini tasvir ediyor.
Bu resmin bir başka önemli yanı ise, Dalí’nin sanat hayatı boyunca ilk ve son kez bir yarışma için resim yapmış olmasıdır. 1946 yılında Loew Lewin Company isimli bir yapım şirketi tarafından, Saint Anthony’nin cazibesi konulu sanatsal bir yarışma düzenlenmiş ve bu yarışmaya aralarında Dalí, Paul Delaux, Max Ernst’in de bulunduğu 11 ressam katılmış; ödülün sahibi ise Max Ernst olmuştur.
En Çok Okunan Haberler