Her şeyin temelinde eğitim yatıyor diyen Bursa Eğitim Platformu Sözcüsü Mehmet Yıldız, şuan ülkemizde yaşanan tüm sorunların altında çocuklarımıza kaliteli ve dünya standartlarında eğitim veremeyişimiz yatığını belirterek. “Eğer biz kaliteli eğitimi getiremezsek, ülkemiz için sonuç kötü olur. Ne toplumsal uzlaşmayı sağlayabiliriz ne kalkınmayı. Kaliteli eğitimi hayata geçirebilmek için de bir takım parametrelerimiz var. Parametreler ev ortamı, okul iklimi ve öğretmen” dedi.
Haber Giriş Tarihi: 17.01.2022 09:41
Haber Güncellenme Tarihi: 17.01.2022 09:41
Kaynak:
Haber Merkezi
Haberyazilimi.com
Özlem ATAÇ/ÖZEL HABER
Hayatta yaşanan olumsuzlukların çoğunun eğitimsizlikten kaynaklandığını birçok uzmandan duymuşuzdur. Yıllardır kaliteli eğitim, kaliteli eğitim diye canını dişine takan birçok eğitimcinin konuşmalarına şahit olduk ve olmaya da devam ediyoruz. İşte onlardan biri de her defasında girdiği her ortamda kaliteli eğitimin şart olduğunu dile getiren Bursa Eğitim Platformu Sözcüsü Mehmet Yıldız… Ülkemizde yaşanan birçok toplumsal sorunun kalitesiz eğitiminden kaynaklandığını dile getiren Yıldız, gazetemize ülkemizin eğitim durumunu, kaliteli eğitimin nasıl olabileceğini ve daha birçok konuda açıklamalarda bulundu. “Her şeyin temelinde eğitim var” diyen Yıldız,“Bizim ülkemiz 1950-1960’lı yıllarda aynı seviyede başlayan ülkelerden neden bu kadar geride kaldı ona bakmamız lazım. Yunanistan’ından İspanya’sına, İtalya’sından ve 2. Dünya savaşında yerle bir olan Avrupa ülkelerinden neden geride kaldı. Biz 2.Dünya savaşına girmediğimiz halde onlar milli gelir, demokrasi, insan hakları, teknoloji, katma değeri yüksek ürünler konusunda bu kadar ileri giderken, biz neden geriye gittik ona bakılmalı. İşte bunların temel nedeni eğitim. Eğer biz bilim de, teknolojide, demokraside, adalette, katma değer üreten ürünler ya da dünya çapında markalarımızın, ürünlerimizi olmasını istiyorsak bunun temelinde eğitim eğitim eğitim var. Bu kaliteli eğitimi hayata geçirebilmek için de bir takım parametrelerimiz var. Bu parametreler ev ortamı, okul iklimi ve öğretmen” diye konuştu.
'DÜNYADA 50. SEVİYELERDEYİZ'
Dünya çapında gerçekleştirilen PISA sınavlarıyla ülkemizdeki eğitim seviyesinin dünya ölçeğinde nerede olduğunu anlayabileceğimizi dile getiren Yıldız, “Biz eğitim kalitemizi yalnızca kendi ülkemiz içerisinde değerlendiremeyiz. Ülke olarak Dünya ölçeğinde biz neredeyiz onu değerlendirmemiz gerekiyor. Çünkü çocuklarımız ve gençlerimiz dünya ile çalışacak, dünya ile yarışacak ve dünya ile konuşacak. Türkiye olarak 2003’ten bu yana PISA sınavlarına katılıyoruz. Bu sınavlar ülkelerin eğitim düzeylerinin dünya ölçeğinde nerde olduğunu görmek anlamında yapılıyor. Bizde bu sınavlara her 3 yılda bir 13-15 yaş arasındaki öğrencilerle katılıyoruz. Bakıldığında dünya çapındaki eğitim seviyemiz ve eğitim kalitemiz bu şekilde ortaya çıkıyor. Biz bu sınalar da yaklaşık 50. seviyelerdeyiz. Yıllar bazında bir 2 puan öne çıkıyoruz, aşağı düşüyoruz ama oldukça gerilerdeyiz. Niye PISA sınavları önemli? Çünkü bu sınavlar ezbere dayalı sınavlar değil. Çocuğun analitik düşünme ve problem çözme becerilerini ölçen bir sınav. O sınavda oldukça gerilerdeyiz. Bu durum şunu gösteriyor ki; biz eğitim kalitesini yükseltmek zorundayız. Bu kaçınılmaz. Toplumdaki anlaşmazlıkları, toplumdaki çatışmaların, toplumdaki ayrışmaların temel nedeni eğitim. Türkiye’de yaşanan demokrasi, adalet, gelir dağılımı aile içi şiddet, taciz, kadına şiddet gibi toplumsal sorunların temelinde eğitim kalitesi yatıyor. Eğer biz kaliteli eğitimi getiremezsek, her çocuğumuza eşit ve adil eğitimi sunamazsak, bütün ön yargılardan bağımsız, eğitim için hareket edemezsek sonuç kötü olur. Ne toplumsal uzlaşmayı sağlayabiliriz ne de kalkınmayı. Eğer biz nitelikli ve kaliteli eğitimi ülkenin her noktasına götüremezsek maalesef bu çatışmalar, bu anlaşmazlıkla kaçınılmaz olur” dedi.
‘OKUL ÖNCESİ EĞİTİM ŞART’
Bir eğitimci olarak yapılması gerekenleri sıralayan Yıldız, “34 yıldır bu mesleğe gönül vermiş biri olarak kaliteli eğitimin temelinde ev ortamı birinci basamak. Peki evde ne yapılmalı? Derseniz, Türkiye’de her yıl yaklaşık 1 milyon 200 bin - 1 milyon 300 bin bebek dünyaya geliyor. Bu bebeklerin ve çocukların 0-3 yaş arasında beyin gelişimlerinin yüzde 90’nınbu yaş aralığında tamamlandığını bilimsel olarak biliyoruz… Dolayısıyla 0-3 yaş okul öncesi eğitim olabildiğince çok kıymetli. Biz bu konuda oldukça gerideyiz. Yani öncelikli olarak yapılması gerekenlerden biri okul öncesi eğitime son derece önem vermek ve bu oranı yüzde yüze çıkarabilmek. Şu an da okul öncesi eğitimde 0-3 yaş grubunda yaklaşık yüzde 6-7 düzeyindeyiz. 4 yaşta yüzde 30’larda, 5 yaşta ise yüzde 60-70 civarlarında. Biz bunu yüzde yüzlere çıkartmak zorundayız. Bunu yaparken de tabi ki yerel yönetimler devreye girmeli. Yerel yönetimler her mahalleye özellikle dezavantajlı bölgelerdeki mahallelere, kamuyla ortaklaşa mutlaka okul öncesi eğitim kurumları açmak zorundadırlar. Bu konu Türkiye'de birkaç ilde yerel yönetimler eliyle başladı. Çocukları okul öncesinde kitaplarla buluşturulması gerekiyor. Bir milyon 300 bin öğrencinin yaklaşık 200 bini doğduğunda evinde kitapla tanışıyor. Ama bir milyon öğrenci o kitabı okul çağına geldiğin de ancak okulda görüyor. Yani okul öncesi eğitim oldukça önemli ve bunu yaygınlaştırmamız gerekiyor. Çünkü beynin yüzde 90'nının gelişimini tamamladığı bir yaş dönemi” dedi.
‘MÜFREDAT BİR KİŞİNİN VEYA
İKTİDARLARIN
TERCİHİYLE DEĞİŞMEMELİ’
Eğitim de istikrar ve sürdürebilirliğin çok önemli olduğunu ve maalesef ülkemizde eğitim konusun da bir istikrarın olmadığını belirten Yıldız, “Okul iklimine gelince yalnızca okulun fiziksel binasından bahsetmiyorum yani eğitimde bir istikrarın olması çok değerli. İstikrardan kastım şu; son yıllarda çok sık bakan değişiyor ve her gelen bakan döneminde de sistem ve müfredatlar değişikliğe uğruyor. Hemen hemen öğrencilerin tamamı girdikleri sistemde mezun olamadılar. Öğrenci ilkokul 1'e başladı üniversitesi sınavına geldiğinde farklı bir sınavla ya da farklı bir müfredatla mezun oldu. Eğer eğitimde istikrar yoksa yani bakanın vizyonuyla sürekli bir değişime uğruyorsa, o zaman kaliteli eğitimden ve sürdürülebilirlikten bahsetmek mümkün değil. Tabi ki müfredat değişecek, tabi ki geliştireceğiz, tabi ki çağa ayak uyduracağız ama sık aralıklarla yapılan köklü değişiklikler yarardan çok daha zarar verir. Dünya’da da eğitimde müfredatta değişiklikler olmak zorunda çağın gereklerini karşılayacak, mutlaka ilerlemeler olacak ama bir kişinin ya da bir bakanın öngörüsüyle, vizyonuyla ya da tercihiyle değişecek bir sistem olmamalı. Çünkü eğitimim odağında bulunan çocuklarımız ve insan. Eğitim kurumları çocukları geleceğe hazırlayan kurumlar. Yani geleceğin koşulları, geleceğin gereksinimleri, geleceğin ihtiyaçları neyse biz çocuklarımıza o ihtiyaçlar doğrultusunda müfredat geliştirmek zorundayız” diye konuştu.
'FIRSAT EŞİTLİĞİNİ YARATAMAZSAK SOSYAL DEVLETİN ALTINA DİNAMİT KOYARIZ'
“Okul liderlerine, öğretmenlere özgürlükler verilmeli diyen Yıldız, “Daha demokratik ve pozitif bir okul iklimi oluşturmak gerekiyor. Özellikle son yıllarda devlet okullarıyla özel okullar arasında ciddi anlamda fark açılmaya başladı. Bizim temel işimiz aslında devle- özel ayırmaksızın her bir çocuğumuzu kaliteli eğitim ile buluşturabilmek. Tek bir çocuk bile çok değerli. Devlet okullarını güçlendirmeliyiz. Şu anda devlet okullarına güven kaybı çok fazla, bunun farklı nedenleri olabilir. Devlet okullarının niteliklerini artırmamız gerekiyor. Dezavantajlı okullara belki daha fazla kaynak aktarmak, öğretmen motivasyonunu artıracak farklı uygulamalar getirmemiz gerekiyor. Okullar arasındaki bu farklılaşmalar artıkça eğitimdeki fırsat eşitliği de ortadan kalkıyor. Eğer biz çocuklarımıza eğitimde fırsat eşitliği yaratamazsak, gelecek hayatlarında da eşitliği yaratamıyoruz. Biz çocukları geleceğe hazırlarken çocuklara eğitimde fırsat eşitliğini yaratmamız gerekiyor. Bu da sosyal devletin birinci görevi. Yani çocuğa eğitimde fırsat eşitliğini yaratamıyorsanız gelecekleri de eşit koşullarda başlamıyor demektir. Bu da sosyal devletin altına dinamit koymak demektir. Bizim aslında geçmişte çok iyi okullarımız vardı. Köy enstitüleri, öğretmen okulları, yaparak yaşayarak öğrenme modellerinin olduğu okullar. Yani biz ezber yaparak değil, yaparak yaşayarak çağın gereklerine uygun bilim ve teknolojiye uygun okullar açmamız ve dünyanın örnek aldığı eski okullarımızın örnekleyerek ve çağımıza uyarlayarak tekrar hayata geçiriyor olmamız gerekecek” dedi.
'SANAYİ VE MESLEK LİSELERİ İÇ İÇE OLMALI'
Meslek liselerine değinen Yıldız, şu andaki eğitim sistemiyle maalesef meslek liseleri ve iş dünyasını buluşturamadığımızı söyledi ve yapılması gerekenleri şöyle anlattı: “Meslek liselerine nitelikli bir eğitim veremediğimizden dolayı sanayinin, iş dünyasının aradığı ara eleman dediğimiz nitelikli ve iş dünyasının gereksinimlerini hayata geçirecek ihtiyaçlarını karşılayacak bir işgücü yaratamıyoruz.. Yani iş dünyası eleman arıyor, meslek liseleri iş arıyor ve bunlar ortak bir platformda buluşamıyor. Buluşamamasının temel nedeni meslek liselerinin müfredatıyla iş dünyasının istediği müfredat birbirine uymuyor. Dolayısıyla bunu ortadan kaldırılması gerekiyor. Ortadan kaldırmanın yolu ise, sanayi ile meslek liselerinin iç içe olması gerekiyor. Hatta müfredatlarını hazırlarken milli eğitim bakanlığı ile iş dünyasının ortaklaşa harmanlayarak kendi ihtiyaçları doğrultusunda buluşturmalı ve bu çocuklara iş garantisi vermeliyiz.”
'SINAV SİSTEMİ ADALETLİ BİR SİSTEM OLMALI'
Sınavlarda öğrencilerin bilgi becerilerinin ölçülmediğini yalnızca hafızalarının ölçüldüğünü söyleyen Yıldız, “Çocuklar ilkokula başlıyor 8 yıl eğitim alıyor,8'inci sınıfın sonunda bir sınava giriyor. Bu sınavlar çocuğun bilgi, beceri, analitik düşünme ve problem çözme yetenlerini ölçen sınavlar değil, çocuklarımıza ne anlattıysak bunun ne kadarını hatırlıyorsun diye sorduğumuz sorulardan oluşan sınavlar. Yani çocuklarımızın hafızasını ölçen sınavlar, bilgi beceri ve zekasını ölçen sınavlar değil. Sonra ne diyoruz sen fen lisesine sen Anadolu lisesine sen meslek lisesine git. Lise sona geldiğinde ise hepsini aynı sınavdan sorumlu tutuyoruz. Yani 4 yıl atletizm çalıştırdığımız bir öğrenci ile 4 yıl güreş çalıştırdığınız öğrenciyi 4.yılın sonunda 100 metre koşturarak üniversitelere yerleştiriyoruz. Bu çok adaletli bir şey değil. Tabi ki sınav olacak ama bu sınavların içi yalnızca hafızasını ölçen sınavlar olmaması gerekiyor. Öğretmenlerden 4 yıl boyunca çocuğun nasıl ders çalıştığı ne yaptığıyla ilgili görüş alınmalı. Bunu da üniversite sınavının içerisine yerleştirilmeli. Yani kısaca adaletli bir sisteme geçilmeli. Fırsat eşitliğini tamamen bozan bir sistem. Dolayısıyla bunun mutlaka gözden geçilmesi gerekir.
‘HER ŞEHRE BİR ÜNİVERSİTE FİKRİ DOĞRU DEĞİL’
‘Her şehre bir üniversite’ fikrinin doğru olmadığını belirten Yıldız bu konuyu ise şöyle dile getirdi: “ Daha önceden devlet, yüksek öğretimi belirli coğrafyalara bölmüştü, her kentte üniversite yoktu. Siirt’li ve Edirne’li iki genç farklı bir şehirde üniversite okumak için buluşuyordu. Farklı şehirlerden, etnik kökenlerden,farklı kültürlerden bir araya gelen öğrenciler, birbirlerini anlıyor ve ortak gelecek üzerinde birleşiyorlardı. Ama şu an her kente bir üniversite kurulmasıyla öğrenciler kendi memleketinde kaldı. Bu da gençlerin birbirinden uzaklaşmasına neden oldu. Birbirini tanımayan, hayata farklı bakan gençlerin ortak bir gelecek üzerinde uzlaşması ve toplumsal barışa katkı sağlaması mümkün değil. Onun yerine bazı kentlerde, üniversite sayılarını artırabilirdik. Ya da şehirlere özgü tematik üniversiteler açabilirdik. Çünkü üniversite yalnızca meslek edinilen bir kurum değil, kişilerin sosyalleşmesi, birey olmaları, özgür karar verebilmeleri noktasında son çıkış. Çünkü bu gençler, üniversiteyi bitirdikten sonra çalışma yaşamı içerisine giriyor, toplumsal hayatta bir rol almak üzere yola çıkıyor. Ülkenin farklı coğrafyalarını, o coğrafyalardaki insanları tanımadan hayata atılıyorlar ve toplumsal barışı sağlamaktan da uzaklaşıyorlar.”
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Önce eğitim
Her şeyin temelinde eğitim yatıyor diyen Bursa Eğitim Platformu Sözcüsü Mehmet Yıldız, şuan ülkemizde yaşanan tüm sorunların altında çocuklarımıza kaliteli ve dünya standartlarında eğitim veremeyişimiz yatığını belirterek. “Eğer biz kaliteli eğitimi getiremezsek, ülkemiz için sonuç kötü olur. Ne toplumsal uzlaşmayı sağlayabiliriz ne kalkınmayı. Kaliteli eğitimi hayata geçirebilmek için de bir takım parametrelerimiz var. Parametreler ev ortamı, okul iklimi ve öğretmen” dedi.
Özlem ATAÇ/ÖZEL HABER
Hayatta yaşanan olumsuzlukların çoğunun eğitimsizlikten kaynaklandığını birçok uzmandan duymuşuzdur. Yıllardır kaliteli eğitim, kaliteli eğitim diye canını dişine takan birçok eğitimcinin konuşmalarına şahit olduk ve olmaya da devam ediyoruz. İşte onlardan biri de her defasında girdiği her ortamda kaliteli eğitimin şart olduğunu dile getiren Bursa Eğitim Platformu Sözcüsü Mehmet Yıldız… Ülkemizde yaşanan birçok toplumsal sorunun kalitesiz eğitiminden kaynaklandığını dile getiren Yıldız, gazetemize ülkemizin eğitim durumunu, kaliteli eğitimin nasıl olabileceğini ve daha birçok konuda açıklamalarda bulundu. “Her şeyin temelinde eğitim var” diyen Yıldız,“Bizim ülkemiz 1950-1960’lı yıllarda aynı seviyede başlayan ülkelerden neden bu kadar geride kaldı ona bakmamız lazım. Yunanistan’ından İspanya’sına, İtalya’sından ve 2. Dünya savaşında yerle bir olan Avrupa ülkelerinden neden geride kaldı. Biz 2.Dünya savaşına girmediğimiz halde onlar milli gelir, demokrasi, insan hakları, teknoloji, katma değeri yüksek ürünler konusunda bu kadar ileri giderken, biz neden geriye gittik ona bakılmalı. İşte bunların temel nedeni eğitim. Eğer biz bilim de, teknolojide, demokraside, adalette, katma değer üreten ürünler ya da dünya çapında markalarımızın, ürünlerimizi olmasını istiyorsak bunun temelinde eğitim eğitim eğitim var. Bu kaliteli eğitimi hayata geçirebilmek için de bir takım parametrelerimiz var. Bu parametreler ev ortamı, okul iklimi ve öğretmen” diye konuştu.
'DÜNYADA 50. SEVİYELERDEYİZ'
Dünya çapında gerçekleştirilen PISA sınavlarıyla ülkemizdeki eğitim seviyesinin dünya ölçeğinde nerede olduğunu anlayabileceğimizi dile getiren Yıldız, “Biz eğitim kalitemizi yalnızca kendi ülkemiz içerisinde değerlendiremeyiz. Ülke olarak Dünya ölçeğinde biz neredeyiz onu değerlendirmemiz gerekiyor. Çünkü çocuklarımız ve gençlerimiz dünya ile çalışacak, dünya ile yarışacak ve dünya ile konuşacak. Türkiye olarak 2003’ten bu yana PISA sınavlarına katılıyoruz. Bu sınavlar ülkelerin eğitim düzeylerinin dünya ölçeğinde nerde olduğunu görmek anlamında yapılıyor. Bizde bu sınavlara her 3 yılda bir 13-15 yaş arasındaki öğrencilerle katılıyoruz. Bakıldığında dünya çapındaki eğitim seviyemiz ve eğitim kalitemiz bu şekilde ortaya çıkıyor. Biz bu sınalar da yaklaşık 50. seviyelerdeyiz. Yıllar bazında bir 2 puan öne çıkıyoruz, aşağı düşüyoruz ama oldukça gerilerdeyiz. Niye PISA sınavları önemli? Çünkü bu sınavlar ezbere dayalı sınavlar değil. Çocuğun analitik düşünme ve problem çözme becerilerini ölçen bir sınav. O sınavda oldukça gerilerdeyiz. Bu durum şunu gösteriyor ki; biz eğitim kalitesini yükseltmek zorundayız. Bu kaçınılmaz. Toplumdaki anlaşmazlıkları, toplumdaki çatışmaların, toplumdaki ayrışmaların temel nedeni eğitim. Türkiye’de yaşanan demokrasi, adalet, gelir dağılımı aile içi şiddet, taciz, kadına şiddet gibi toplumsal sorunların temelinde eğitim kalitesi yatıyor. Eğer biz kaliteli eğitimi getiremezsek, her çocuğumuza eşit ve adil eğitimi sunamazsak, bütün ön yargılardan bağımsız, eğitim için hareket edemezsek sonuç kötü olur. Ne toplumsal uzlaşmayı sağlayabiliriz ne de kalkınmayı. Eğer biz nitelikli ve kaliteli eğitimi ülkenin her noktasına götüremezsek maalesef bu çatışmalar, bu anlaşmazlıkla kaçınılmaz olur” dedi.
‘OKUL ÖNCESİ EĞİTİM ŞART’
Bir eğitimci olarak yapılması gerekenleri sıralayan Yıldız, “34 yıldır bu mesleğe gönül vermiş biri olarak kaliteli eğitimin temelinde ev ortamı birinci basamak. Peki evde ne yapılmalı? Derseniz, Türkiye’de her yıl yaklaşık 1 milyon 200 bin - 1 milyon 300 bin bebek dünyaya geliyor. Bu bebeklerin ve çocukların 0-3 yaş arasında beyin gelişimlerinin yüzde 90’nınbu yaş aralığında tamamlandığını bilimsel olarak biliyoruz… Dolayısıyla 0-3 yaş okul öncesi eğitim olabildiğince çok kıymetli. Biz bu konuda oldukça gerideyiz. Yani öncelikli olarak yapılması gerekenlerden biri okul öncesi eğitime son derece önem vermek ve bu oranı yüzde yüze çıkarabilmek. Şu an da okul öncesi eğitimde 0-3 yaş grubunda yaklaşık yüzde 6-7 düzeyindeyiz. 4 yaşta yüzde 30’larda, 5 yaşta ise yüzde 60-70 civarlarında. Biz bunu yüzde yüzlere çıkartmak zorundayız. Bunu yaparken de tabi ki yerel yönetimler devreye girmeli. Yerel yönetimler her mahalleye özellikle dezavantajlı bölgelerdeki mahallelere, kamuyla ortaklaşa mutlaka okul öncesi eğitim kurumları açmak zorundadırlar. Bu konu Türkiye'de birkaç ilde yerel yönetimler eliyle başladı. Çocukları okul öncesinde kitaplarla buluşturulması gerekiyor. Bir milyon 300 bin öğrencinin yaklaşık 200 bini doğduğunda evinde kitapla tanışıyor. Ama bir milyon öğrenci o kitabı okul çağına geldiğin de ancak okulda görüyor. Yani okul öncesi eğitim oldukça önemli ve bunu yaygınlaştırmamız gerekiyor. Çünkü beynin yüzde 90'nının gelişimini tamamladığı bir yaş dönemi” dedi.
‘MÜFREDAT BİR KİŞİNİN VEYA
İKTİDARLARIN
TERCİHİYLE DEĞİŞMEMELİ’
Eğitim de istikrar ve sürdürebilirliğin çok önemli olduğunu ve maalesef ülkemizde eğitim konusun da bir istikrarın olmadığını belirten Yıldız, “Okul iklimine gelince yalnızca okulun fiziksel binasından bahsetmiyorum yani eğitimde bir istikrarın olması çok değerli. İstikrardan kastım şu; son yıllarda çok sık bakan değişiyor ve her gelen bakan döneminde de sistem ve müfredatlar değişikliğe uğruyor. Hemen hemen öğrencilerin tamamı girdikleri sistemde mezun olamadılar. Öğrenci ilkokul 1'e başladı üniversitesi sınavına geldiğinde farklı bir sınavla ya da farklı bir müfredatla mezun oldu. Eğer eğitimde istikrar yoksa yani bakanın vizyonuyla sürekli bir değişime uğruyorsa, o zaman kaliteli eğitimden ve sürdürülebilirlikten bahsetmek mümkün değil. Tabi ki müfredat değişecek, tabi ki geliştireceğiz, tabi ki çağa ayak uyduracağız ama sık aralıklarla yapılan köklü değişiklikler yarardan çok daha zarar verir. Dünya’da da eğitimde müfredatta değişiklikler olmak zorunda çağın gereklerini karşılayacak, mutlaka ilerlemeler olacak ama bir kişinin ya da bir bakanın öngörüsüyle, vizyonuyla ya da tercihiyle değişecek bir sistem olmamalı. Çünkü eğitimim odağında bulunan çocuklarımız ve insan. Eğitim kurumları çocukları geleceğe hazırlayan kurumlar. Yani geleceğin koşulları, geleceğin gereksinimleri, geleceğin ihtiyaçları neyse biz çocuklarımıza o ihtiyaçlar doğrultusunda müfredat geliştirmek zorundayız” diye konuştu.
'FIRSAT EŞİTLİĞİNİ YARATAMAZSAK SOSYAL DEVLETİN ALTINA DİNAMİT KOYARIZ'
“Okul liderlerine, öğretmenlere özgürlükler verilmeli diyen Yıldız, “Daha demokratik ve pozitif bir okul iklimi oluşturmak gerekiyor. Özellikle son yıllarda devlet okullarıyla özel okullar arasında ciddi anlamda fark açılmaya başladı. Bizim temel işimiz aslında devle- özel ayırmaksızın her bir çocuğumuzu kaliteli eğitim ile buluşturabilmek. Tek bir çocuk bile çok değerli. Devlet okullarını güçlendirmeliyiz. Şu anda devlet okullarına güven kaybı çok fazla, bunun farklı nedenleri olabilir. Devlet okullarının niteliklerini artırmamız gerekiyor. Dezavantajlı okullara belki daha fazla kaynak aktarmak, öğretmen motivasyonunu artıracak farklı uygulamalar getirmemiz gerekiyor. Okullar arasındaki bu farklılaşmalar artıkça eğitimdeki fırsat eşitliği de ortadan kalkıyor. Eğer biz çocuklarımıza eğitimde fırsat eşitliği yaratamazsak, gelecek hayatlarında da eşitliği yaratamıyoruz. Biz çocukları geleceğe hazırlarken çocuklara eğitimde fırsat eşitliğini yaratmamız gerekiyor. Bu da sosyal devletin birinci görevi. Yani çocuğa eğitimde fırsat eşitliğini yaratamıyorsanız gelecekleri de eşit koşullarda başlamıyor demektir. Bu da sosyal devletin altına dinamit koymak demektir. Bizim aslında geçmişte çok iyi okullarımız vardı. Köy enstitüleri, öğretmen okulları, yaparak yaşayarak öğrenme modellerinin olduğu okullar. Yani biz ezber yaparak değil, yaparak yaşayarak çağın gereklerine uygun bilim ve teknolojiye uygun okullar açmamız ve dünyanın örnek aldığı eski okullarımızın örnekleyerek ve çağımıza uyarlayarak tekrar hayata geçiriyor olmamız gerekecek” dedi.
'SANAYİ VE MESLEK LİSELERİ İÇ İÇE OLMALI'
Meslek liselerine değinen Yıldız, şu andaki eğitim sistemiyle maalesef meslek liseleri ve iş dünyasını buluşturamadığımızı söyledi ve yapılması gerekenleri şöyle anlattı: “Meslek liselerine nitelikli bir eğitim veremediğimizden dolayı sanayinin, iş dünyasının aradığı ara eleman dediğimiz nitelikli ve iş dünyasının gereksinimlerini hayata geçirecek ihtiyaçlarını karşılayacak bir işgücü yaratamıyoruz.. Yani iş dünyası eleman arıyor, meslek liseleri iş arıyor ve bunlar ortak bir platformda buluşamıyor. Buluşamamasının temel nedeni meslek liselerinin müfredatıyla iş dünyasının istediği müfredat birbirine uymuyor. Dolayısıyla bunu ortadan kaldırılması gerekiyor. Ortadan kaldırmanın yolu ise, sanayi ile meslek liselerinin iç içe olması gerekiyor. Hatta müfredatlarını hazırlarken milli eğitim bakanlığı ile iş dünyasının ortaklaşa harmanlayarak kendi ihtiyaçları doğrultusunda buluşturmalı ve bu çocuklara iş garantisi vermeliyiz.”
'SINAV SİSTEMİ ADALETLİ BİR SİSTEM OLMALI'
Sınavlarda öğrencilerin bilgi becerilerinin ölçülmediğini yalnızca hafızalarının ölçüldüğünü söyleyen Yıldız, “Çocuklar ilkokula başlıyor 8 yıl eğitim alıyor,8'inci sınıfın sonunda bir sınava giriyor. Bu sınavlar çocuğun bilgi, beceri, analitik düşünme ve problem çözme yetenlerini ölçen sınavlar değil, çocuklarımıza ne anlattıysak bunun ne kadarını hatırlıyorsun diye sorduğumuz sorulardan oluşan sınavlar. Yani çocuklarımızın hafızasını ölçen sınavlar, bilgi beceri ve zekasını ölçen sınavlar değil. Sonra ne diyoruz sen fen lisesine sen Anadolu lisesine sen meslek lisesine git. Lise sona geldiğinde ise hepsini aynı sınavdan sorumlu tutuyoruz. Yani 4 yıl atletizm çalıştırdığımız bir öğrenci ile 4 yıl güreş çalıştırdığınız öğrenciyi 4.yılın sonunda 100 metre koşturarak üniversitelere yerleştiriyoruz. Bu çok adaletli bir şey değil. Tabi ki sınav olacak ama bu sınavların içi yalnızca hafızasını ölçen sınavlar olmaması gerekiyor. Öğretmenlerden 4 yıl boyunca çocuğun nasıl ders çalıştığı ne yaptığıyla ilgili görüş alınmalı. Bunu da üniversite sınavının içerisine yerleştirilmeli. Yani kısaca adaletli bir sisteme geçilmeli. Fırsat eşitliğini tamamen bozan bir sistem. Dolayısıyla bunun mutlaka gözden geçilmesi gerekir.
‘HER ŞEHRE BİR ÜNİVERSİTE FİKRİ DOĞRU DEĞİL’
‘Her şehre bir üniversite’ fikrinin doğru olmadığını belirten Yıldız bu konuyu ise şöyle dile getirdi: “ Daha önceden devlet, yüksek öğretimi belirli coğrafyalara bölmüştü, her kentte üniversite yoktu. Siirt’li ve Edirne’li iki genç farklı bir şehirde üniversite okumak için buluşuyordu. Farklı şehirlerden, etnik kökenlerden,farklı kültürlerden bir araya gelen öğrenciler, birbirlerini anlıyor ve ortak gelecek üzerinde birleşiyorlardı. Ama şu an her kente bir üniversite kurulmasıyla öğrenciler kendi memleketinde kaldı. Bu da gençlerin birbirinden uzaklaşmasına neden oldu. Birbirini tanımayan, hayata farklı bakan gençlerin ortak bir gelecek üzerinde uzlaşması ve toplumsal barışa katkı sağlaması mümkün değil. Onun yerine bazı kentlerde, üniversite sayılarını artırabilirdik. Ya da şehirlere özgü tematik üniversiteler açabilirdik. Çünkü üniversite yalnızca meslek edinilen bir kurum değil, kişilerin sosyalleşmesi, birey olmaları, özgür karar verebilmeleri noktasında son çıkış. Çünkü bu gençler, üniversiteyi bitirdikten sonra çalışma yaşamı içerisine giriyor, toplumsal hayatta bir rol almak üzere yola çıkıyor. Ülkenin farklı coğrafyalarını, o coğrafyalardaki insanları tanımadan hayata atılıyorlar ve toplumsal barışı sağlamaktan da uzaklaşıyorlar.”
En Çok Okunan Haberler