Kendi gibi olmak ve kendine sahip çıkmak

Uzman Psikolog Kıvılcım Yücelen ile varoluşçu psikoloji ekseninde gençlerin sorunlarına ve varoluşsal krizlerine bakmaya devam ediyoruz.

Haber Giriş Tarihi: 26.05.2022 16:11
Haber Güncellenme Tarihi: 26.05.2022 16:11
Haberyazilimi.com

Özgür iradeye gelmek istiyorum. Bu ortamda çok depresif hissedenler olabilir, çok uçlarda duygular yaşayanlar olabilir. Umut bize tepsiyle gelmeyecek demiştiniz. Umudu kendi içimizde bir yerlerden yaratıcılığımızla çıkarmamız gerekiyor diye eklemiştiniz. Bunun için de dışarıda ne olup bittiğine bakmak yerine biraz da kendimize dönüp “bende ne oluyor?” diye bakmak ve umuda dair bir şeyler aramak gerekir, değil mi? Hala nefes alabiliyorsak, bu bile bir umut kaynağı olabilir mi?

Yapılabilecek şeyler, arayınca bulunacak şeyler hiçbir zaman bitmez. Bu da varoluşçuluğun önemli konularından bir tanesi; “Değer” konusu… Mutlaka bir şey buluruz. Peki, bulduğumuz şeylere verdiğimiz değer nedir? Kendi içimizde o değerin yansıması nedir? Genellikle iyi bir şeye atfedilen değer, kötü bir şeyin gözümüzde büyütülmesi kadar olmuyor. Aynı zamanda çift terapisti olduğum için, bu çiftlerle çalışırken de gördüğüm bir şey. Bize iyi gelmeyen, eleştireceğimiz ve yereceğimiz şeyleri adeta fosforlarla aydınlatıyoruz. Fakat iyi bir şey de varsa oraya spotu bile çevirmeye zahmet etmek istemiyoruz. İyi bir şey, hak ettiği değeri bizim nezdimizde bulamıyor. O yüzden, her şeye hak ettiği kadar değer vermek lazım. Yetişkinlik öncesi dönemin içinde bulunduğu en büyük sıkıntılardan birini örnek olarak ele alalım; hayalindeki işi bulmak. Hayalimiz nedir? Nasıl bir iş hayali kuruyoruz? Onu şöyle ele alalım. Umut derken masalsı bir beklentiyi rafa kaldırmak lazım. Biraz da gerçeklerle kol kola ilerlemek, gerçekleri göz önüne almak lazım.

Bunu özgür iradeyle mi yapmak gerekiyor? İçinde bir güç bulabilmek, önce bunu görebilmek, sonra algılayabilmek…

Evet, mesela yapmayı planladıkları mesleği düşünürken, orada bir gerçek yatıyorsa, örneğin meslekten elde edecekleri gelirle ilgili bir gerçek varsa onu atlamamak lazım. “Gerçek kontrol aşaması” dediğimiz bu evrede “Koyduğum hedef gerçekçi mi?” “Benim kapasitemle, şartların, koşulların gerçekleriyle örtüşüyor mu?” diye bakıyoruz. Burada tabi ki hiç kimsenin hayalini en aza indirgemek gibi bir amacımız yok. Küçük hayal kurmaktan bahsetmiyorum. Gerçekten de hedefi, çıtayı çok yukarılara koyabilirsiniz ama bunun sizi tüketmemesi lazım. Koyduğunuz çıtanın, bütün enerjinizi sömürecek kadar yukarıda olmaması lazım. Olimpiyat sporcularına da baktığımızda ilk günden en yüksekteki çıtaya atlamıyorlar. Yavaş yavaş, çalışa çalışa ilerliyorlar. Belki de hevesinizi revize etmeniz gerekecektir. Hayalinizdeki meslekle ilgili belki daha alt bir pozisyondan başlamak gibi bir revizyon gerekebilir. Örneğin, hedeflediğiniz gelirle ilgili araştırma yapabilirsiniz. Bildiğiniz kişilerle piyasanın şartlarıyla ilgili konuşabilirsiniz. Meslek odalarının açıkladığı taban fiyatlara bakabilir, küçük hesaplamalar yapabilirsiniz. “Gerçekler” derken, dünyanın acı gerçeklerinden bahsetmiyorum. Basitçe, aşağı-yukarı bir matematik hesabı yapıp gerçeklerle karşılaştığımız zaman korkular da azalır.

 

Korkularla çalışırken buna sıkça başvururuz. “Bir dakika, ortamı kontrol edelim” deriz. “Bu gerçeklere bir bakalım” deriz ve “Bu var mı?” diye olasılıklara bakarız. Onu tespit eder ve sabitleriz. Geleceğe dair kaygılarınız, kalp çarpıntılarınız artıyorsa “Bir dakika, gerçeklere bakalım” diyebilirsiniz. Orada hemen bir mola verip, ortamı kontrol edip şunun farkına varabilirsiniz; “Ben sadece olabileceklerle ilgili kaygılanıyorum” Bu noktada, olasılık hesaplarını hatırlatmak isterim. En basit şeyin bile yüzde elli ihtimali var. Olabilir evet, ancak olmayabilir de… Nereye doğru konsantre olmak istiyoruz? Aslında umut dediğimiz şey bu.

“Umut, nereye konsantre olmak istediğimizle ilgili bir şey”

Yani yüzde elliyi yüzde seksen gibi algılayıp onun peşinden gitmek büyük bir enerji kaybı, öyle mi?

Üzülmek de öyle. Üzülmek bize çok enerji kaybettirir. Depresif durumlara girmek bütün enerjinizi kaybettirir. Depresyon dediğimiz şey de böyle bir şey. Depresyona girdiğiniz zaman bu yüzden hiçbir şey yapmak istemezsiniz, sürekli uyumak istersiniz. Sürekli bir yorgunluk ve ağlama hissi olur. Bu zaten çok enerji tüketen bir şey. Depresyon, negatif düşüncelerin sürekli beyinde dönmesiyle paralel giden bir rahatsızlıktır. Beyinde sürekli negatif dönen düşünceleri öncelikle durdurmak lazım. Antidepresan ilaçların yaptığı şey de bu aslında. Endişe ve kaygıyla baş başa kaldığınızda “Bir dakika, bir gerçeklere bakalım” diyerek bir el yoklaması, şartları yoklama molası vermek önemli.

Şu da önemli; şartlar gerçekten de belli bir yere kadar izin veriyorsa, tüm hesaplarımızı yaptıysak ve önümüze çıkan şeyin hayalimizle pek örtüşmediğini gördüysek, onu kabul etmek de ikinci önemli eşik. Hem gençler hem yetişkinler için… O zaman da hayatta şuna geliyoruz; “Olabilir.” O zaman başka bir şeye kanalize olabiliriz. “Olmadı ama bu da bir deneyim” diyerek başka neye kanalize olabiliriz, buna bakmak lazım.

 

O hayal gerçekleşmezse sanki hayatta kalamazmışız gibi gelebiliyor. Sanki bazı istekler, hayatta kalma içgüdüsüyle bağlantılı gibi… Bazı istekler, özellikle alışverişte gördüğümüz gibi, başka bir mekanizma devrede oluyor sanki… “Ben neden bu kadar kaygılıyım?” diye insan kendine dönüp bakarsa belki istediği şey kendiliğinden elenebilir. İnsan belki de hayalinden oldukça büyük bir iç ferahlığıyla vazgeçebilir.

 

Üzüntü de yaşanabilir. Üzüntü de hayatın bir parçası. Gündelik, saçma üzüntülerimiz de var ve olabilir. Üzülebiliriz. Üzüntüyü belli bir süre yaşadıktan sonra “şimdi ne yapabilirim?” diye bakmak sağlıklı olan. Üzüntüyü de yaşamak ve üzüntü kendiliğinden bittikten sonra “Başka nasıl yapabilirim?” diye bakabiliriz. Bu bir yakınımızı kaybetmeye üzülmek de olabilir, indirimdeki çantayı satın alamadığımız için üzülmek de… Üzüntü, hayatın bir parçası.

Korku duygusunun kapağını açtığımızda, duyguların büyük bir rehber olduğunu fark ediyoruz. Duyguların farkında olmak çok önemli, değil mi? Duygusunun farkında olan insan onun içinden geçebiliyor.

Duygu demişken, geçmişten gelen ve gençlere aşılanan bazı korkulara da değinmek istiyorum. Örneğin sosyal güvence gibi, nesilden nesile aktarılan konular var ve bunların temelinde sanıyorum ki bazı korkular var. Şimdi ise gençlerin gündeminde bambaşka korkular bulunuyor. Yetişkinlerin de dönüp kendi duygularının farkında olmaları gerekiyor, değil mi? “Ben yetişkin yaşa gelmiş çocuğuma neden bu konuda baskı yapıyorum?” diye düşünmeli mi? Gençler için aile faktörü konusunda ne söylemek istersiniz?

Burada gelip kapısına dayandığımız konu, kendi gibi olmak ve kendine sahip çıkmak… Varolmanın üçüncü aşaması dediiğmiz aşama… “Kendi gibi olmak” dedikleri şey, kara koyun olmak… Bir toplum içinde yaşayan herkese kara koyun diyorum çünkü herkes kendi çapında otantik bir insan. Şuradan 100 kişi toplayalım, 100 tane ayrı kombinasyondan bahsediyoruz. Her insan eşsiz ve tek. Ama o eşsizliğimizle içinde bulunduğumuz en küçük ortamda -ki buna aile diyelim- kendimizi kabul ettirmek belki de yetişkinliğe geçmenin en önemli sınavlarından bir tanesi oluyor. Hele de ailenizin sizin için çizdiği tabloya pek uymuyorsanız…

Aileniz sizinle ilgili “Şu yaşta evlen, şu mesleği benimse” gibi birtakım hayaller kurduysa, örneğin ailenin gönlünü yapıp evlendiyseniz “Çocuk yap” gibi beklentileri hiçbir zaman bitmiyor. Ailenin gence, yetişkine yaklaşımı hep bir beklenti çerçevesinde, hayatı boyunca devam ediyor. Peki, bunların karşısında nasıl durabilirsiniz? Direnç göstermek anlamında söylemiyorum. Sağlamlığınızı muhafaza etmek için birinci kabul, önemli eşiklerden bir tanesi, onların fikrini değiştirmek için uğraşmamak lazım gerektiği…

İkna etmek için uğraşmak o kadar büyük bir enerji kaybı ki, kendinizi açıklamak ve ispat etmek için harcadığınız enerji, nafile bir çaba olduğu için sizde çok büyük öfke yaratıyor. Hem kabul ettirme çabasıyla yoruluyorsunuz hem de öfkeyle yoruluyorsunuz. Öfke ortaya çıktığı zaman aileyle aranızda mesafe oluşmaya başlıyor. Yani o çabaya girişmenin birçok dezavantajı var.

Şöyle bir durum var. Aileniz hayatınızı şekillendirmekle ilgili çok da olumlu karşılamadığımız radikal önlemler almıyorsa, sadece nasihat etmek ve gençlerin tabiriyle sürekli “dırdır etmek” çerçevesinde kalıyorsa eğer, bu zararsızdır. Sürekli eleştirilebilir. Birtakım nasihatler istenmese de tavsiyeler verilebilir. Bunlar devam edebilir. Bunları değiştirmek için uğraşmamak lazım. Çünkü ne siz ailenizi ikna edebileceksiniz ne de aileniz, eğer içinizde çok netseniz ve ne istediğinizi de çok iyi biliyorsanız ve faturasını ödemeye de şimdiden razıysanız, aileniz sizi yolunuzdan çevirebilir. Bunu, hedefinize doğru ilerlerken yaşadığınız bir dönem olarak kabul etmelisiniz.