Zeki BAŞTÜRK
Şiir neredeyse insanlık tarihi ile yaşıttır. Herkese ve her döneme göre şiir tanımları farklıdır. Sizin düşüncelerinizi merak ediyoruz: Şiir nedir? Nasıl yazılır? Niçin okunur?
İnsanlık tarihi ile yaşıt olabileceği tezi kanıksandı, sorgulanmıyor bile artık! Şiirin insanla var olduğu, insandan insana ve insan için yaratılıp yayımlandığı tartışmasız!Bu, genel kabullenişe dâhildir. Bölgesel ve evrensel literatüre geçmiş yaygın teze göre kültürün, sanatların anasıdır şiir! Evet, insan evladı kendi acısını, endişesini ve korkusunu öğrenirken, şiire sarılmış daima!Deyim yerindeyse canı yandığı oranda ve acısını anlamaya çalıştığı sürece, ezgiye, lire, duaya, yankılı sese ve sağaltıcı söze yönelmiş. Arayışı uğruna, acıyı/ hüznü, umudu/ sevinci en kestirme yoldan, en etkili biçimde anlatacak özel çağrışımlar dilinebaşvurmuş. Ağıtların en eski manzum anlatış biçimi olduğu yadsınmaz o nedenle... Şairler dilini/ sesini ve kalemini tanrılara karşı kullandıkları için mitolojide, antik dönem felsefesinde ve kutsal kitaplarda “sapmış” olmakla suçlanmış ve “kovulmuşlar” arasında başı çekmişlerdir. Denebilir ki şiir dili, insanınAnadili kadar, hatta fazlasıyla kendini aşannitelikte insan ruhuna dokunur. Etkilidir! Güçlü ve etkindir, acıları, anıları yansıtışıyla cezbeder dinleyenin/ okuyanın zihnini... Bireyin iç dünyasının, ruhsal ve düşünsel çalkantılarının ses-söz-resim (çizgi)aracılığıyla dışavurumu, şiir sanatı ile doğmuş ve günlük yaşantının bir parçası haline gelmiş. Zamandan zamana, zeminden zemine, zihinden zihne taşınmış. İnsan teki, kendini anlatırken sözcüklerin büyüsüne kapılmış, gitgide dert aktarma büyücüsü olmuş! Bir bakıma; imge, simge ve ses-ritim/ nağme; iç ses, uyak, ritim gücüne sığınmış da denebilir. Şiir, tam da bu belirtiler üzerinden zamana karışmış herhalde. Bütün kıtalarda, bütün ülkelerde evrensel değere yükselmiş teşcil edilmiştir. Her türden zirvelere kavuşturulmuş.Şiirin diller üstü bir dil sayarım kendimce… Bunu yıllar yıllar önce kayda geçirdiğimi anımsarım. Şiir, evrensel yaygınlıkta ve güçte duyuş/ seziş/ dokunuş öğeleriyle yüklü sinyaller yaydığı öne sürülmektedir Varsayım, yargıyı değil belki ama yorumu kolaylaştırmakta: Şiir tüm insanlığın, tüm yeryüzü dillerinin, duygu/ düşünce, yani acı/ hüzün, coşku/ sevinç, umut/ dilek aktarıcısıdır. Aynı nedenlerledir ki şiir, hüzünle ve hayalle yaşıttır insanlık için. Kişilere ve dönemlere koşut şiir tanımları yapılmış ki bu da hiç kimseyi şaşırtmaz: Şiir, zaman-zemin-zihin etkenlerine bağlı tanımlara uğramış. Uğratılmış. Şiir, kişinin her anına göre anlam ve değer madenidir. Çünkü şiirin sorunlarını insanlığın sorunlarıyla bir belleyip üstlenir ve anlatıren başta… Şimdi bakıyorum da Son Siren Kuşu kitabımın ilk şiirinde dile getirilmişsaptama“Şiir” gerekçesi diye gösterilebilir sanki:
Şiir, sözcüklerin maden ocağıdır. Oradan çıkartılan izlek-imge-ileti ögelerinin işlenip “inci” biçiminde ilgi ortamına, yani yaşama sunulmasıyla işlev tamamlanır. Okuma zahmetinde bulunulacaklara öncelikle…Gelecek zamana, meçhul bireye, şairin benzeri meçhul öteki şairler e gönderilmiş mektuptur. Sorunun kışkırtıcı, düşündürücü çok boyutluluğu isabetlidir, iyidir! Ona benzeyen ve daha karmaşık şiir sorularına/ sorunlarına, Şiirin Lav İzleri’nde odaklandıydım. Kitap çoktan tükendi, ikinci baskı zamanı geldi geçti… Şiirin ne’liğine, nasıl’lığına, niçin’liğine dair o kadar çok yazıldı, çizildi ama konunun hâlâ söylenecek/ izlenecek kılcal damarları var! Özellikle dijital (sanal) çağ illüzyonları hayatımıza katılınca, meraklısına, özellikle gençlere, derya alanlar açılmakta… Niçin yazılıyor? Neden okunuyor? Bir tür Araf sorularıdır ama az-çok yanıtlanmıştır. Sonuçları geçmişten günümüze sonuçları hayattadır… Yazılacak, çalışılacak çok ayrıntı var. Her şiir/ yazı kalemşoru oraya, sözcükler-görüntüler-kuşkular ve korkular gayyasına odaklanır bir biçimde: Kaos şiirin anlam aradığı/ arayacağı yeni gezegen. Kim ne anlam(lar)bulur, ne kadar bulur, bilinmez! Ama itinayla altı çizilmelidir daima; asılolan okuma zahmetine katlanmak! Niçin okunduğu sorusu, her okuyanın sonradan yanıt bulduğu eylem gerekçesidir; kitap sevgisi, şiir sevgisi, anlam ve estetik haz arayışı falan... Şiiri ve şiire dair birçok şeyi okuma çabası bireysel seçimdir. Şiiri hayatına dahil etme bilinci ve inceliğidir. Bencileyin okumak, yazmaya giden yolun çileli ama bir o kadar güzel güzergâhıdır. Yaşantı atlasındaki o güzergâh, insandan insana ulanan varoluş anlamıdır.
Nasıl şair olunur? Şiiri nasıl yazarsınız? Şiir yazarken nasıl bir ortam ararsınız? Şiir yazmada ortam önemli ve etkili midir?
Kendine şairlik sanı yakıştıranlar, şair olduğunu yazanlar, söyleyenler, “şair kartviziti”ni dağıtanlar bendenizi hep tedirgin etmiştir. Çocukluğumdan beri ürpertici, itici görünmüştür bana, kişinin kendini ‘san’a/ ünvana bağlaması! Bizim güzel dilimizde yanmadan, pişmeden ‘ol’unamayacağına dair birçok atasözü, söylem/ özdeyiş bulunmaktadır. Şiir, yazı söz konusu olduğunda öncelikle Yunus Emre dedemiz ve diğer sofiler gelir akla.Modernlerden Nâzım Hikmet, Behçet Necatigil, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Turgut Uyar, Edip Cansever ve adı anılası birçok usta, acemiliğin, çıraklığın bitmediğine mim koymaktadır. O minvalde bakarım “san” kavramına ve kendi kendine şair olunmaz diye düşünürüm naçizane. Yazdığı şiirlerden, ömrünü adadığı sözcüklerden dolayı okurları kişiye “şair” diyebilir. Şairlik yakıştırmalarına karşı temkinli ve sorgulayıcı yaklaşırım kendimce... Kişinin, ne denli narsist olursa olsun kendine “şair” dememesi gerekir!Şairlik cehenneme razı olmaktır dediydi ustalardan birisi; İlhan Berk! (belleğim oyun onamıyorsa eğer!) Çünkü “şair”e nasıl bakıldığı, mahallenin delisi (entelektüel ama aykırı) kişilikle damgalandığı bilinir. Demem o ki ülkemizde şaire iyi gözle bakılmaz. İş vermezler, kız vermezler, değer vermezler çoğunlukla… Anadolu’nun geleneğidir söz konusu. Oysa Balkanlar’da, Avrupa’da, Asya’da şairlerin saygınlığı tescillidir! Bu çerçevedeki arayış ve yorumlayış epeyce baş ve de bağ ağrıtır. Kurcaladıkça yeni tezler dökülür ortalığa.
Şiir yazmak, şiire, yazıya çalışmak çok zaman, çok emek ve sabır gerektirir. Her koşulda, her ortamda yazarım ve yaşadığım yazdığımdır diye teselli bulurum kendimde... Ancak yalnızlığın elzem olduğunu vurgulamalıyım. Şiir, öykü, deneme, roman yani edebiyatın bütün dalları, meyvesini yalnızlıkta gövermeye, hasadını yalnızlıkta toplamaya yatkındır. Evet, yazma ortamı, yani sözcüklerle çalışılan “iş”koşulları ve zamanı yalnızlık ister! Bencileyin, ayrıca özel bir atmosfer, özel mekân, özel zaman gerektirmez.
DURHAN HASAN ÖYLE YÜREKLENDİM Kİ
Şiirle ilk karşılaşmanız ne zaman ve nasıl oldu?
Niçin şiir yazdınız? Nereden ve nasıl geldi bu şiir yazma isteği? İlk tepki, ilk beğeni, ilk deneyler nelerdir? Kısacası şiir serüveniniz nasıl gelişti?
Okurken, kendiliğinden, merakla, hevesle başladı. Köyde, Haşallar’da… İlkokul öğretmenim Tevfik Muallim yazdıklarımı görünce kocaman bir aferin çekmişti… Arkadaşım, Hafız ağanın torunu Yusuf ile yazdıklarımızı okuyorduk. Kurgu, kısa hikâye, anekdot, fıkra ve şiirimsiler çoğaldıkça, yayımlama hevesimiz de kabardı. Çocuk dergisine, çocuk gazetesine postayla gönderdiğimizi anımsıyorum. Köyden ayrıldıktan sonra da yazmayı sürdürdüm. Yusuf orta Bulgaristan’da Gabrovo’da okuyordu. Gidişinden birkaç ay sonra trafik kazasında öldüğü haberi geldi. Unutamam, yaşıtlarımdan ölen ilk kişi… Kahroldum, yıkıldım, unutamam. (Yusuf’un anısını “Yusuf Civanım” mahlasıyla denemeler yazarak yaşatmaya çalışıyorum. Belki kitabını da çıkarırım! Köydeyken, büyüğüm Hasan öğretmen, yazmamı, şiiri bırakmamamı öğütlediydi… Onu dinledim. Şehirde karşılaştık bir keresinde; “İyi gidiyorsun! Gazeteden okudum, devam et!” dediydi. Kırcali’de, Devlet Tiyatrosu Müdürü, dramaturg, şair-yazar Durhan Hasan ile tanışmamız ve beni yüreklendirmesi yazıya daha sıkı sarıldım. Yılların tortusu orada; çok sıkı okuma-yazma faaliyetleri,yön-yöntem bulmamı etkilemiştir. Şimdilerde,öğretmenlerimin hayatımdaki izlerini düşündükçe, kendimi şanslı hissetmekteyim… Serüvenin rastlantı ile yaşantı payını bir kenara koyarım o nedenle. Acısıyla tatlısıyla şiirle, öyküyle, denemeyle, çeviriyle bir ömürdür sürmekte yolculuk;yarım yüzyıl dolmak üzere…
4- Mesleğinizin şiirinize katkısı oldu mu? Yoksa ozanlığınızı gölgeledi mi? Yaşamınızla ozanlığınızı nasıl bağdaştırıyorsunuz?
Özel sektörde, Belediye’de ve Bayındırlık (şimdiki Çevre ve Şehircilik)Bakanlığı bünyesinde, Bursa ve Adana İl Müdürlüklerinde 30 yıla yakın çalıştım. İşim gereği araziölçme, kamulaştırma, altyapı ve bina projelendirme çalışmaları dolayısıyla çok gezdim. Şiire zararının olduğunu söyleyemem. Harita, proje, şantiyeler derken çok yer görme, çok insan tanıma şansıbuldum. Haritacılık, projecilik ve arazi etüt teknisyenliği uzun yolculukları gerektiriyor. Yolculuklarda okuma fırsatı, gözlemleme fırsatı doğuyor haliyle… Şiir hayatın bütününü kapsadığı ve en küçük ayrıntıları izlek edinebildiği için zenginliktir insan evladının gözünde. Çok iyimser ve de iddialı bir yaklaşım belki ama şiirsiz bir ömür düşünemem! Şiir, insanı kendi kötülüklerinden, parazitlerinden, girdaplardan korur…Vicdanın tepesindeki Demokles kılıcıdır.
BİR İNSAN, SADECE ŞİİR YAZARAK YAŞAYABİLİR Mİ?
Dünyanın hiçbir yerinde şiir yazarak geçimini sağlayan kişi yoktur herhalde. Batı ülkelerinde devlet-sivil, toplum-belediye (sosyal destekli) istisnalar duyuluyor, yazılıp çiziliyor ama teselli bulmaya yetmez! Şiirin de, şiir yazmanın, üretip yayımlamanın da belalı yanı çok: Saymayayım, tarihe göz atmak yeterlidir. Doğu Bloku (namı diğer Demirperde) eski sosyalist ülkelerinde, sadece yazarak geçimini sağlayan şairlerin, yazarların, ressam, heykeltıraş, tiyatrocu ve müzisyenlerin olduğu bilinmekte; anlatılmış, belgelenmiştir! Ne var ki günümüzde popülerlik salgını gölgesinde birkaç “pop-yıldız” haricinde şiir, edebiyat çalışmaları sayesinde geçimini sağlayan kişi(ler) yok… Bu emperyalist ve de tüketici/ tükettirici koşullarda olması da beklenemez. Hele hele internet, endüstri 4, hız-haz-hırs ve nanoteknoloji/ robot gelişiminin düzeyi sömürüyü sıradan, kolay hale sokmuşken… İnsanlığını o minvalde hayli dert göreceği aşikâr...
-Bir şiirin başarılı olup olmadığına kim ya da kimler karar verebilir? Başarının ölçütü nelerdir? Salt halkın beğenisi ölçü olarak alınabilir mi?
Şiirin başarısı ölçülebilir mi? Bilemiyorum. Şimdiye dek modern şiirin hangi ölçütlere göre değerlendirildiği sorgulanabilir! Hele hele teknoloji/ internet medyasının dijital (sayısal) sanal ortamında çok çok netameli bir konu: dünyada şair sayısı kadar şiir tanımıvar deniyorsa! Şiir ve halk kavramlarını yan yana koymak ne derece doğrudur? Halk çoğunluk insan kümesi/ kitlesidir diye bakacak ve ona göre yanıtlayacaksak “beğenisi ölçü birimi sayılabilir mi?”sorusuna, hayır demek kaçınılmazdır! Şiir sevgisi, okuma zevki, sanat-kültür birikimi, estetik sezgi/ algı düzeyi, sözcük dağarcığı, yorumlama, anlam üretme yeteneği vb. ölçütler evrenseldir. Kişisel gelişim ve sonuçları görülen evrensel ölçütlerdir. Çağımızda interneti ve sosyal medyayı dikkate alırsak şiirin ve şairin nicel yaygınlığı ile teselli bulunabilir ancak nitelik görülemez. Somut olanın orada sanal çürümesikaçınılmaz gibi… Evrensel ölçüt hangisi? İşte temel sıkıntı orada; estetik, estetik, estetik diyen şiir, sanat felsefesinde etik (ahlak) başat öğedir… Şiirin olmuşluğu yani başarısı ile ilgili kararı, nicelik çamuruna saplanmamış ama şiire adanmış az sayıdaki kalem erbabı şairler ve okurları verecektir. Yani nitelik geleceği gözetecek ve sözcüklerin haz ve has kıvamını yaşatacaktır kanımca. O minvalde halt etmiş ve etmekte olanlar bu sohbetin dışındadır. Beğeni, ama ne düzeyde ve ne zenginlikte, ne birikimle ne donanımla sorusu elzemdir.
YÜZYIL SONRASINA KALMAK NEDİR
Yazınımızda geleceğe, örneğin yüzyıl sonrasına kalacak şiirler var mıdır? Hem yüzyıl sonrasına kalmak nedir? Nasıl yorumlarsınız?
Yazınımızda/ edebiyatımızda yüzyıllar sonra da okunan bir şeyler bulunacaktır elbette. Estetik yoğunluğu ve iletisi işlevi gerçekleşmiş, evrensel nitelikte eserler, neden olmasın? Kim “hayır!” diyerek umutsuzluğugöze alabilir ve karamsarlığa katlanabilir ki? Devamla bir gerçeğin altını çizmeden geçemeyiz: Giden gittikten sonra, dert kalanındır! Ayrıca şu da sorulabilir: Bugün, kimin ne kadar umurunda, yitip gitmiş, tarihe karışmış isimler, sanatçı simalar? Gitmiş/ yitmiş olan mevtazaten hissetmez fiziki ölümü (yok oluş) duygusunu… Kalmak kavramı geridekiler için bir anlam ifade eder, ederse… Bu dünyada olmayan birisinin, adının şahlanıp/ ‘şan’lanıp şenlenmesi ne işine yarar? Kim ölümünden sonraki yüz yılı hayal edebilir, tasarlayıp yönlendirebilir? Rastlantı hazretleri hangi isimlerin yüzüne gülecek? Kim biliyor? Belki ilk kitabımın ilk şiiri, “Balkon Çiçeği”ni okur birisi, rastlantı bu ya… Okur ve bir başkasına gösterir/ önerir de ruh-umut derdine deva bellenir. Bir nebze işe yararbelki! Hadi aktarayım bari,Denge/sizler Adına’dan, “Balkon Çiçeği”ni;
Gelecekte yapmak istedikleriniz, düşünceleriniz nelerdir? Şu anda hazırladıkların, yeni çıkacak kitaplarınız var mı? Yeni çalışmalarınız nelerdir?
Geleceğin şimdide mayalandığını, dahası şu anda yaşandığını karayacak yaştayım artık! Uzun süreli planlamalar, olağanüstü tasarımlar peşine “takılacak” mevsimde ve konumda bulunmadığımın da bilincindeyim kesinlikle! Dergi çıkıyor… Dergimiz,eliz edebiyat 12. Yılını dolduracak 144. Aralık sayısıyla. Yayın kurulundaki arkadaşlarımızla (Nuri Demirci, Ceyhun Erim, Halûk Cengiz, Bülent Şanlı ve avukatımız, öykücü Pelin Yılmaz)her sayının coşkusunu paylaşıyor ve şairlerimize, yazarlarımıza, çevirmenlerimize de aktarıyoruz. Her türden zorluklara karşın dirençle, umutla yol kat ediyoruz. Yani; iyi gidiyor! Ayrıca,Alp Yayınları adına sahibi Fehmi Enginalp’ın öncülüğünde, Nuri Demirci’nin yayın yönetmenliğinde 63. Sayıya ulaşan çinikitap dergisi var! Oradaki yayın kurulu üyesi arkadaşlar (Fehmi Enginalp, Şaban Akbaba, Hilmi Haşal, Şükrü Bilgiç, Elif Akpınar) ile edebiyat-sanat yolculuğumuzu sürdürüyoruz. Ekip çalışıyor! Çok sayıda kitabın tanıtımı, yeni ürünler, Bursa’nın kültür-sanat panoraması, kitaplar üzerine onlarca değerlendirme-inceleme ve tanıtım metni ile olağanüstü verimlilik gösteriyor. Sağlık ve olanaklar elverdikçe çalışmayı sürdüreceğiz. Hem eliz edebiyathem de çinikitap ticari yayın değildir. Maddi kazanç gözetmiyoruz. Yoğun emek imecesiyle sürdürülen etkinlik edebiyat-sanat-kültür amaçlıdır. Bir yıl önce, sahipliğini Bülent Elitok arkadaşımızın yaptığı SuusYayınları ürünü iki aylık sarmalçevrim de bize katıldı. Yayınevi Suus ve sarmalçevrimBursa ürünüdür. Derginin Yayın Yönetmenliğini Balıkesir’de ikamet eden İbrahim Oluklu arkadaşımız yapmaktadır. Şunun için vurgulamam gerekti:sarmalçevrim ile bir araya gelip (BUDEP)Bursa Dergiler Platformu çatısını kurduk. İyi işlere, ortak tasarılara (ilginç ve değerli projelere) imza atacağımızı umuyoruz. Yedi yıldır vermekte olduğumuz altı dalda “Bursa’dan Edebiyat Katkı Ödülü”nü birlikte sürdüreceğiz. Zaman zaman duyurularla etkinliklerimizden haberdar ediyoruz Bursa’da yaşayan şair-yazar-okur arkadaşlarımızı. Tüm bunlar ve benzer kültür-sanat hareketleri Bursa’mız adına, entelektüel toplum ve edebiyat ortamı yararına BUYAZ (Bursa Yazın Sanat Derneği) yönetici ve üyeleriyle iletişim ve dayanışma halinde yürütülmektedir. Bu yılın 11 Martından beri hayatı felç edenkoronavirüs (covid-19) pandemisine rağmen, yaşam sürüyor: Çalışıp üretilecek çok iş, kat edilecek çok yol var.
ŞİİRİN GÜCÜ NEDİR?
Biraz daha genişletirsek yazının(edebiyatın) gücü nedir? Şiirle toplum bağdaştırılır mı? Şiir, toplumsal sorunlara değinmeli midir? Şair, toplumun neresinde olmalıdır? Siz, neresindesiniz?
Dünyanın bütün dillerinde, sözcüklerin katlanmış/ katmerlenmiş gücünü yansıtır şiir sanatı. Öyle bilinir; imge, simge, çağrışım, yankıma, yansıma ile nesir/ düzyazıbiçiminden ayrılır şiirin metni.OctavioPaz’ın ifadesidir, mealen, “nesir/düzyazı sözcüklerin düzayak yürümesidir, şiir ise sözcüklerin dansetmesi...”Son yılların yaygın görüşüne göre şiir bir uçağın atacağı bombayı engelleyemez ama uçağı kullanan pilotu o düğmeye basmaktan vazgeçirebilir. Okuduğu şiirlerle beslenmiş kişilik karakteri sayesinde. Edebiyat bu denli önemli ve değerli olmasa, insan ruhuna iyi-güzel, insani hasletlerle (erdemlerle) işlemese kitaplar artarak nüfuz etmezdi hayatlara… Toplumlar en zor dönemlerinde şiire, müziğe, resme sarılmışlardır, yaratıcı bireyleri/ sanatçıları aracılığıyla. Tarih onlarca örneği barındırır kayıtlarında. Şair, öykücü, denemeci, romancı, ressam, sinemacı, besteci vd. yaratım eylemcileri toplumdan kopuk düşünülemez. Yazanlar, kuşkusuz yaşadığı dönemi yazar ama geleceğe yansıyacak, geleceği zedeleyecek olayları ve konuları da not etmektedirler.Saptamaya bireysel ve de toplumsal sonuçlar penceresinden bakılabilir herhalde… O atmosfere, iklim felaketine dikkat kesilmeyi anlatır Dağınık Düş Sepetleri (2001) ve milenyum başlangıcındaki panoramayı çizer. Kent kasvetinin ya da çevreyi ve insani/ insancıl bağları yok edişin sahnesini…Bireyin kayıtsızlığı, tembellik sevdası, itaat uyuşukluğu ve “bana ne”ciliği.. Tüketme sonucunun “Boş Zaman” sıkıntısını dile getirir. Çöküntü pençesine kapılmış bireyin kitabıdır. Keşke doğayı ve canlıları (insanları hayvanları) yok eden kötülüklere odaklanılsa “zaman” öldürme zevkleri yerine.
Şiir yazmak, şiir okumak, çok güzel bir uğraş olsa gerek. İnsan yüceltiyor, değişiyor, "bir başka oluyor" yazarken, okurken, yorumlarken.
Öyle midir gerçekten? Okurlarınıza kendi şiiriniz hakkında, kendi şiiriniz üzerine ne söylemek istersiniz?
Genç ozanlara, ozan olmak isteyenlere, bugünün ve yarının okurlarına neler öğütlersiniz bu konuda?
Bencileyin okumak yazmaktan önce gelir. Yazmak, duygu ve düşünce boşalımı için yapılacak eylem veya etkinlik türü müdürdiye de sorarım, yıllar yılı! Sonucunda Şiirin Lav İzleri (2006, Yom Yayınları) denemelerini yazdıydım naçizane... Yazmaya kalkışanın içindeki kaçınılmaz çekinceleri/ ikirciklenmeleri, yani çelişkileri eşelerken… Yazmanın yanı sıra yazamama sıkıntısını dert edinmiş idim? İçsel tedavi/ sağaltım tek başına yazmakla olacak iş değil elbette… Şiir yazınca ulaşılacak(bir tür ruhsal) rahatlamadan söz edilebilir mi, onu damerak ediyorum.Onca yazılmış şiirden sonra insanlık kendine çeki-düzen vermeli herhalde… Yıllar öncesinden bir sinyali “Ezgi” yankısı, diye dışa vurduğunda, tüm geçmişi sorgulamaz mı kişi? Sorgulamanın sancısını ve anlam(!) yoksunluğuna değin zonklama nöbetlerini duyumsadıkça hele: Evet, şiirin sağaltıcı gücü yadsınamaz. Yazana da okuyana da iyi geldiği, tıpkı müzik, resim, sinema gibi (belki daha da fazla) “şifa” kaynağıdır.Şiir,yararlı/ gönül ve zihin açıcı olabilir daima... İşin uzmanı psikologların, patologların ve sosyologların,ontologlarınvd. “alan” otorite bilimcilerin derinlemesine irdeleyeceği bir konu… Aklıma hemen Yusuf Alper’in tanımlamasıyla “psikodinamik” derinlikler geliyor! Çoklu katmanlarına göre mi eviriliyor arayış,hayatın rastlantılar silsilesi mi belirleyicidir acabasoruları sökün ediyor ardından? Şair arkadaşımız Yusuf Alper’in (Şu günlerde Türk Şiirinin Psikanalizi de Arketip Kitap Yayınlarından çıktı.) kulaklarını çınlatmış olalım, sevgiyle, selamla… Sanatçı bireyin, başta şair olmak üzere, ruh atmosferi gerçekten karmaşık ve galiba sonsuz bilinmezliklere gebe!
Zamanın ve yaşamın getirdiği, dayattığı sıkıntılar, sarsıntılar şiiri tetikler. İnsan yaşadıklarından ibarettir derler, doğru ama bir de dramatik kareler akar ardından... Sadece not olsun diye paylaşayım: Yanık Söz (2002)içinden bir şiir; “gitme”, eylemine anlam arayışı mı, ya da gurbet-sıla arası ve/ya tersine sıla-gurbet arası hal mi; “Taşınma” süre giden zaman savrulmasıdır belki. Yazılmış ve kalmış… Benzer tematik, dramatik sahnelere ait şiirler kitaplardan gösterilebilir... Evet, belge niyetine “Taşınma”’yı da ekleyeyim izninizle.
Daha çok örnek verilebilir kuşkusuz ancak kişinin kendi şiiri hakkında açıklamadabulunması, nesnel analiz / yorum yapması olanaksız! Okurun göz ve haz seçiciliği esastır; dergilerde görülenler, kitaplara girenler, meçhul okura seslenişini tamamlamıştır. Yayımlanmış olanlar, şiir olsun, öykü veya deneme olsun artık miri malıdır. Müellif (yaratıcı kişi) fazladan ne söyleyebilir yazdıkları üzerine? Her şiirin, her metnin yazılma iklimi, sesleniş tonu, içeriği, izleği/ biçemi ve gerekçesi farklıdır. Odaklanma, okunma,algılanma anı da keza şiire/ metne bakan gözlerin-kalbin-zihnin kavrama yetkinliğine göre özümsenir. Zamana, zemine ve havasına göre ulaşır kişilere,okurlara…
Yazdıkları yayımlandıktan sonra “bir başka oluyor” mu kişi? Bunu da düşündüğüm/ sorguladığım olmuştur, ne yalan söyleyeyim! Örneğin yaşadığım kente ve döneme dair ayrıntılara “mim”saydığım birikimin gerçekleşmesi önemliydi. Bu bağlamda gönül rahatlığıyla diyebilirim ki Kalbimin Başkenti (2015) Bursa’ya vefa kitabı olsun dileğiyle yer aldı biyografimde. Belki bu yöndeki anlamı gösterir “nilüfer sancısı”… Çağımızın demir-beton, plastik-naylon yani çevre ve kirlilik derdini işaret ederken!
Nesir/ düzyazı, yani deneme, inceleme, değerlendirme ve öykü metinleri de önemli okuma-yazma payına sahiptir birçok kalemşorun hayatında. Yaşarken, demek oluyor ki okurken, yazarken kendine az zaman ayırabilir insan. Ama karşılığı birikime dönüşmekte… Daha çok da başkasının yazmış/ yayımlamış olduğu iyi şiirleri okuduğumda, şapkamı çıkartıp zevkle, şevkle yorumladığımı söyleyebilirim. Bazen kendimi kaptırır uzun uzun yazdıklarım da var… Yıllar önce Yom Yayınlarından çıkan Şiir Seddinde Kronos(2004) içindekiler örneğin;şairler ve kitapları üzerine yazdığım ve Milliyet Sanat dergisinde yayımlanandeneme-inceleme metinlerinin toplamıdır. Usta şairlerimizin arasında genç, görmediğim, tanışmadığım birçok isim bulunmaktadır. Çeyrek yüzyıl önceki dönem şairini ve şiirini odağa almışım, elden, dilden geldiğince... Şiire çalışmak kadar okuma içinden deneme-inceleme, hatta günlük yazmak da ufuk açıcı olabiliyor. Kitaplaşmamış ancak birikmeye devam eden 20-25 yıllık metinler zamanın yazmak-yaşamak aksında gitmenin meyveleridir bencileyin; kadim okuma belgeleri!
Şimdilerde, eliz edebiyat’a gelenler ve seçerek yayımladıklarımız, sanırım farklı bir söylem kumaşını işaret ediyor. Y kuşağı ile Z kuşağı gençlerinin dönemi; 4.endüstri devrimi ve teknoloji, bilişim-iletişim, internet, nano teknoloji, 5G derken şiirde yansıyan gölgesi, elbette farklı… Öteki dergilerde de teknoloji, internet ve haz (hızlı alışveriş zorbalığı) döneminin zirve düzeyi sezilmektedir. Gençler, kendi şiir sesini ve dokusunu bulmaları için yaşıtlarını dikkatlice izlerse, okursa, başkaca öğüt ve öneriye gerek kalmaz diye düşünürüm. Dün olduğu gibi bugün de yarın da yetenek veya esin etkeninden çok bolca okumak, titizlikle ve ısrarla yazmak gerekiyor. Şiiri, sanat yaratıcılığını yaşamının eksenine koyan adanmışlar yolunu bulacaktır. Buldukları, bulacakları yollar açık olsun dileğimi yineliyorum… Hayat şiire dahil, şiir de hayata dahil, ezelden beri… Kişilikleri olgunluğa erişmişse, sorumlulukla çalışacaklardır. Ha bir de mucizeye, büyüye ve sosyal medyanın yaydığı zehirli besine dadanıp sanala kapılmamışlarsa, şiiri(ni) de yüceltirler, okurlarını da… Dileğim ve umudum o yönde: Gönül ufukları açık olsun daima!
HİLMİ HAŞAL KİMDİR
1954’te, Bulgaristan'ın Kırcali İli, Eğridere(Ardino) İlçesi, Aşağı Tozçalı(DolnoPrahovo) –Haşallar- köyünde doğdu. Temel Eğitim Okulu’nu aynı köyde okudu, ardından, "Kırcali İnşaat Teknikum’u Jeodezi ve Kartografi Bölümü”nü bitirdi.
1966'da edebiyata, şiire, okuma-yazma tutkusuna kapıldı.
1968’den itibaren yayımlansın diye yazdı.
1972’den ilk şiirleri ve röportajları, Bulgaristan'da, KırcaliYeni Hayat gazetesinde yayımlandı.
1973 yazında ailesiyle birlikte 'Serbest Göçmen' olarak Türkiye'ye geldi. Bursa'ya yerleştiler...
1973’ten itibaren özel sektörde ve kamuda çalıştı. Çalışırken, Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesinde (AÖF) okudu.
1976’dan itibaren, şiirleri, düzyazıları ve çevirileri yayınlanmaktadır. Yerel dergi ve gazetelerin yanı sıra; Oluşum, Dönemeç, Somut, Milliyet Sanat, Varlık, Şiir-lik, Biçem, Yeni Biçem, Dize, Akatalpa, Defter, Edebiyat ve Eleştiri, Kül, KavramKarmaşa, E, Virgül, Yom Sanat, Kitap-lık, Sincan İstasyonu, Ada, Mor Taka, İmgelem Çocukları, Yazılıkaya, Eliz Edebiyat, Patika, Ihlamur vb. dergilerde yazmayı sürdürdü.
l991'de Yeni Adana gazetesinin açtığı "Sessizliği Saran Tını", adlı şiir yarışmasında birinci oldu.
1993’te, yayınlanmamış kitap dosyası, Son Siren Kuşu ile 1993 Altın Koza Şiir Yarışması'nda “Altın Koza Şiir Ödülü”nü aldı, ayrıca “Behçet Aysan’ı Anma Ödülü”ne değer görüldü.
1993 Mayısında, Bursa'da, bir arkadaş grubunun katılımıyla çıkan, Yeni Biçem dergisinin kuruluşundan kapanışına değin, (72 sayı) yayımlanmasında etkin rol üstlendi, Yayın Yönetmeni yardımcılığını yaptı.
1994’te, Yol Boyu Notları kitabıyla, ORSEV “Vedat Güler Şiir Ödülü” yarışmasında mansiyon aldı.
2000 yılının başında çıkarılmaya başlanan, Akatalpa dergisinin yayınına (105. sayıya kadar) yoğun çaba harcayarak katkıda bulundu.
2002’de, Bursa Osmangazi Belediyesi tarafından düzenlenen; 2002 Ahmet Hamdi Tanpınar Şiir Yarışması’nda, “Bursa’da Aşk” şiiriyle ikinci oldu.
2005’te, İzmir Karşıyaka Belediyesi, “Homeros Emek Ödülü 2005” ile onurlandırıldı.
2006’da, Eskişehir Sanat Derneği’nin, 2006 Yunus Emre Şiir Yarışması, Birincilik Ödülü’nü kazandı.
2014 BUYAZ (Bursa Yazın Ve Sanat Derneği) Şiir Onur Ödülü’ne değer görüldü.
2009 başında ilk sayısı çıkan aylık Eliz Edebiyat dergisinin sahibi, sorumlusu ve yayın yönetmeni... Dergi, 12.yılındadır ve 143. sayısı çıkmıştır.
Bütün zamanını şiire, yazıya ayırmak için 2005’de emekli oldu. Ancak ‘hayatının eserini’ arama uğruna, üretmekten ve öğrenmekten emekli olmadı. Hayatın verdiği dersleri almaya devam ediyor...
Halen, basılı ve elektronik (sanal) edebiyat-sanat dergilerinde yazmayı sürdürüyor.