Ali Eşref UZUNDERE

Koleksiyonerlik günümüzün popüler uğraşlarından... Bir yatırım aracı sayılması, koleksiyonerliği basit bir hobi olmaktan çıkarıp biraz karmaşıklaştırıyor. Örneğin gözünüzü karartıp, kültürel ve tarihi değerlere sahip arkeolojik buluntulardan bir koleksiyon oluşturmayı hedefliyorsanız, işiniz pek kolay değil. Onca resmi evrakı hazırlayıp en yakın müze müdürlüğüne başvurarak kaydınızı yaptırmanız gerekiyor. Belgenizi almakla da işiniz bitmiyor. Daha bir sürü mevzuat hazretleri ile karşı karşıya kalıyorsunuz. Koleksiyonerliğin başka bir alanı ise eski pullardan paralara, çiçeklerden böceklere, her türlü şeyi kapsayabiliyor. Tamamıyla kişisel beğenilerin öne çıktığı obje koleksiyonerliğidir ki, sizi tutan kimse yoktur. Yalnızca kendinize karşı sorumlusunuz.

FARKINA VARMADAN

İşadamı İnan Kıraç, koleksiyonerlikle ilgili bir söyleşisinde, “İmkanınız ve zamanınız elveriyorsa başlangıçta yavaş yavaş, çok da farkına varmadan evinizi, çalışma odanızı bir anlamı, bir derinliği, bir geçmişi olan nesnelerle doldurmaya başlarsınız. Bu eserlere dökülen heyecanlar, sevinçler, kaygılar, aşklar, yine yavaş yavaş ama kaçınılmaz bir biçimde önce çevrenizi, sonra da sizi değiştirir. Dünyanın en zor, en yorucu işini yapsanız ve onlarla ilgilenecek yeterli zamanı bulamasanız bile, akşamları eve döndüğünüzde ya da çalışma masanızda işinizi bırakıp bir an arkanıza yaslandığınızda, bu nesneler, bu tablolar, bu sanat eserleri, sizi yavaşça kendi dünyalarına çeker, düşündürür, avutur, dinlendirir, mutlu eder” demiştir. 

MERAK DUYGUSU

İşte bu koleksiyonerlerden birine Bursa’da rastladım. Azerbaycan’dan gelen bir soydaşımızın kitap tanıtım etkinliğinde kendisiyle tanıştım. “Ben pek çok ülke dolaştım. O ülkelerden topladığım bir kültür birikimim var. Senin görmeni istiyorum” dedi. “Kültür değerleri var” deyince kitap, dergi, birtakım belge ve bilgileri içeren doküman anladım. Bir süre sonra bu arkadaşımız gazeteye ziyaretime geldi. Bir yerde hemşeri olduğumuzu öğrendim. Aslen Erzurum’un İspir ilçesine bağlı bir köyden olup, daha sonra ailesi Erzurum’dan göçerek Sivas’a yerleşmiş. Ben de 1981-1989 arasında Anadolu Ajansı Erzurum Bölge Müdürlüğü’nde görev yaptığımdan Erzurum üzerine sohbet ederek daha da yakınlaştık. Yine bana elindeki kültür birikiminden söz ederek görmem için adresini verip evine davet etti. Aradan bir süre geçti. Bir gün gazeteden çıktığımda, bu kültür birikimine sahip dostumun verdiği adrese gitmeye karar verdim. Otobüsle önce Heykel’e, oradan da ‘tabanvay’ ile Heykel postanesinin yanından Maksem’e doğru tırmanmaya başladım. Kalp rahatsızlığım olduğu için araba ile gitmediğime bin pişman oldum ancak mesleğimizin temeli merak duygusunun körüklemesiyle yokuşu tırmanarak verilen adrese ulaştım.

TABANDAN TAVANA

Hoşbeşten sonra 81 yaşındaki Abdurrahman Tüfekçi’nin evinin bodrumuna indik. Cebinden bir tomar anahtar çıkardı, bu anahtarların içinden seçtiği biriyle önce asma kilidi, sonra kapının kilidini açtı. Bir dolabın arkasında kalan elektrik anahtarının düğmesine basıp bana doğru dönerek “İşte benim kültür birikimim” dedi. Gözlerime inanamadım. 60-70 metrekarelik bir oda, tavandan tabana kadar, zemin dahil her yer şişeydi. Koleksiyonerlik sadece vakit ve nakit işi olarak görülse de; aslında büyük bir tutku, bir sabır ve gönül işidir. Biriktirilen her obje, sonsuz bir özverinin emeğin izlerini taşır. 53 yıllık bir zaman sürecinde, çeşitli dünya ülkelerine yaptığı gerek iş, gerek özel seyahat yolculukları sonucunda görenlere “Olmaz böyle bir şey” dedirtecek bir ‘şişe koleksiyonu’ oluşturan Abdurrahman Tüfekçi’den koleksiyonunun oluşum hikâyesini dinledim.

Gurbette geçen bir ömür

Bu koleksiyonu görünce Abdurrahman Tüfekçi’yi daha yakından tanımak istedim. “Abdurrahman Tüfekçi kimdir” diye sordum, başladı anlatmaya: “1936 yılında doğdum, köylü bir babanın 9 çocuğundan birisiyim. Terazinin tam ortasında, ailenin beşinci çocuğuyum. Ailem Erzurum’un İspir ilçesine bağlı bir köyden Sivas’a göç etmiş. 1958 yılında askerlik görevimi yaptıktan sonra 1960 yılında ilk defa Almanya’ya işçi olarak gidenlerden birisiyim. Bir grup Türk ile birlikte Almanya’nın İsviçre-Fransa sınırına yakın Karlsruhe vilayetine bağlı Maulbron diye bir yerde bulunan döküm fabrikasına çalışmaya gittim. Fabrikada yetkililer ile iletişimimizi bir Yunan tercüman sağlıyordu. Açıkça şöyleyim, bir Yunan’ın bizlere tercümanlık yapması gururuma dokunuyordu. Kendi kendime ‘Yunan kim ki bize tercümanlık yapıyor’ dedim ve bir an önce Almanca öğrenmeyi kafama koydum.

TERCÜMAN ABDURRAHMAN

Daha trenle İstanbul Sirkeci’den hareket etmeden cebimde kalan 2,5 lirayı verip kitapçıdan bir Almanca-Türkçe sözlük almıştım. Bu sözlük vasıtasıyla kendi kendime zaman buldukça gece gündüz demeden Almanca öğrenmeye çalışıyordum. Tercümanımızın Yunan olması beni Almanca öğrenmem için adeta kaçılıyordu. Bir gün yine Almanca çalışırken birisinin üstüme doğru eğildiğini hissettim. Bir dönüp baktığımda döküm fabrikasının kısım şefi. Bana ‘Ne yapıyorsun?’ diye sordu. Ben de Almanca bilmediğimden parmağımla işaret ederek Almanca öğrenmeye çalışıyorum demeye çalıştım. Bir hafta sonra benim çalıştığım kısmın şefi, yanında Yunan tercümanla gelerek bana ‘Sen okula gideceksin. Fabrikada tercümanlık yapacaksın. Yunan yaşlandı, emekli olacak’ dedi. Bizim yörede ‘Kör ister iki göz, biri eğri biri düz’ diye bir tabir var. Ben de kördüm iki gözüm olacak fark etmez ister ayrı ister düz olsun misali çok sevindim. Fabrika beni Almanca öğrenmem için okula gönderdi. Kısa sürede tercümanlık yapacak kadar Almanca öğrendim. Bir yıl sonra Yunan tercüman emekli olup ülkesine gitti, fabrikada ben onun yerine geçerek 6 yıl tercümanlık yaptım.

EMEKLİ OLUNCA

Tercümanlık deyip geçmeyin. Hem bana hem de çevreme çok büyük faydası oldu. Birçok yakınımı Almanya’ya getirip işçi olarak çalışmalarını sağladım. Bu arada rahmetli eşimin ailesini de ben fabrikaya aldırmıştım. Eşimi de böylelikle tanıyıp, evlendim. Dolu dolu 41 yıllık bir hayatımız oldu. Eşimin ailesi Gemlik’e bağlı Fevziye köyündendir. Sonra Gemlik’e yerleşmişler. Döküm fabrikasında 6 yıl tercüman olarak çalıştıktan sonra, Almanca bilmeyenlerin çalıştırılmadığı Alman PTT’sine çalışmak için müracaat ettim ve kabul edildim. PTT teşkilatının uluslararası ‘telekomünikasyon’ biriminin santral bölümünde çalışarak ustalaştım ve Alman PTT’sinin dünyanın pek çok ülkesindeki santral sistemlerinin kurulumlarında çalıştım. Emekli olduktan sonra Türkiye’ye döndüm.”

150 ülkeden...

Koleksiyonerliğin ortak noktası sanat tarihini iyi bilmek olsa da, Abdurrahman Tüfekçi köyde ilkokulu bitirmiş ama çocukluğundan beri tarihe, tarihi eserlere ve kültür değerlerine ilgisi varmış. Kendisine “Koleksiyon yapmaya nasıl başladınız?” diye sordum. Her şeyin arkadaşlarıyla gezmek için gittiği Köln’den aldığı şişelerle başladığını belirten Abdurrahman Tüfekçi, şöyle devam etti: “Çocukluğumdan beri içimde tarihi eserlere karşı bir ilgi hissediyordum. Almanya’da 3 aylık işçi iken Don Kilisesi’ni gezdim. 1960 yılında arkadaşlarımla gezmek için Köln’e gitmiştik. Orada hoşuma giden şişeleri aldım. Onları getirip evimde bir raf yapıp oraya yerleştirdim. İşte benim şişe koleksiyonu serüvenim böyle başladı. ‘Bende olan başkasında olmasın’ diyerek, hep üretimi olmayan, piyasada zor bulunan veya hiç bulunmayan, eski kültür ağırlıklı olan objeleri tercih ettim. Koleksiyonumda bulunan şişelerin yüzde 97’sinin üretimi yok diyebilirim. Koleksiyonum çoğunlukla tek tek topladığım şişelerden oluştu. Sadece almayı çok istediğim bir Petrdus şarabı şişesini, fiyatı çok uçuk olduğundan alamadığımı hatırlıyorum.

TAMAMI ORİJİNAL

Hep içimde Almanya dışındaki ülkeleri de gezip görme isteğim vardı. Kafa dengi arkadaşlarımla birlikte Avrupa ülkelerinin tamamına gittim, gezdim, gördüm. Her gittiğimiz ülkede arkadaşlarım gömlek, kazak, kravat gibi bir şeyler alıyorlardı. Ben ise tarihi mekanları gezip eski ilginç şişeler arardım. Bunun için de koleksiyoncuları sorup soruşturup oralara giderdim. Koleksiyon çoğaldıkça hevesim de büyüdü. İşte bu gördüğünüz benim şişe tutkum mu, hastalığım mı, deliliğim mi diyeyim, tam tamına 53 yıl sürdü. Bu birikim Türkiye hariç, yaklaşık 150 kadar ülkenin ürünleri şişelerden oluştu. Ben şişeleri bir kültür koleksiyonu olarak topladım, tamamı orijinal ve içleri de doludur.

EVİ SATSAN ALAMAZSIN

Şişeleri önce Almanya’da çalışırken toplamaya başlayarak biriktirdim. Sonra biriken bu şişeleri Türkiye’ye her gelişimde beraberimde getirdim. Geçenlerde pasaportlarımdaki Türkiye’ye giriş damgalarını saydım, 52 defa Türkiye’ye giriş yapmışım. Şu ana kadar yapraklarında yer kalmamış 6 tane pasaport kullanmışım. Tabii ki aradan geçen 53 sene boyunca ben de belli bir yaşa ulaştım. Şu anda 81 yaşındayım. Bir oğlum, bir kızım var. Oğlum bu koleksiyona karşı ilgisiz ama desem ki ‘Buradan birkaç tane şişe al, arkadaşlarına hediye olarak götür’ onu yapar. Hiç bu şişelerin değerini düşünmez. Koleksiyonumda öyle şişe var ki; (oturduğu evi göstererek) bu evi satsan, bulup alamazsın.” (DEVAMI YARIN)