Göl Yazıevi'nin konuğu Serdar Uslu Göl Yazıevi'nin konuğu Serdar Uslu

2015 yılında milletvekili aday adayıyken tanıdım Şahin Hocamı. Şimdilerde ise, bir kahve molasında ofisinde kitapları arasında, antikaları karşısında sohbetiyle kendimi güncellediğim bir dost yürek benim için. Şahin Gençal, insana nefes aldırır. Kitap ve sinema tutkunudur. Masasında daima yeni çıkan kitaplar vardır. Eğer kendisine bir Uludağ beslemesinde eşlik ederseniz, oksijenin en bol olduğu noktada güzel bir diyafram nefesi aldırır size. 


"Yaşadığımız coğrafya dünyanın en güzel coğrafyası bence. Ama ne yazık ki kederli bir coğrafya. Diyorum ki; bu keder kaderimiz olmasın! Bu coğrafya sevgi bağını oluşturduğu zaman kurtulur. Sevelim... Her şeyiyle bütün bir yaşamı" diyor ve başlıyoruz;
 

B.E : Şahin Hocam kısaca sizi tanıyabilir miyiz?
Ş.G : Ben Rize Ardeşen doğumluyum. İlk ve ortaokulu orada tamamladıktan sonra, annemin akrabaları burada olduğu için Bursa'ya geldik. Erkek Lisesini bitirdim sonrasında Uludağ Üniversitesi'nde İşletme okudum. Mezun olmadan muhasebeciliğe başladım. 1989 yılında çıkan bir yasayla Mali Müşavir oldum, 94 yılında ise Yeminli Mali Müşavir olarak meslek hayatıma devam ettim. Mesleğimizin yasal statüye kavuşması için çaba sarf ettim. Konfederasyon döneminde üst birlikte sayman olarak görev yaptım. Anadolu'yu dolaştık yasanın kabulu için, örgütlenme çalışmaları yaptık. 1989 yılında parlemento ilişkilerinde, o dönemin siyasal grup başkan vekilleriyle görüşerek bu yasanın parlamentodan geçmesi konusunda ilk çalışmaları yapan kişilerden biriyim. Ondan sonra odalar kuruldu ve ben 90 yılında Bursa Mali Müşavirler Odasının ilk başkanı seçildim. İki dönem bu görevime devam ettim. 

B.E: Peki ya siyaset?
Ş.G : 1970 yılında CHP'de üye olarak siyasi yaşama atıldım. Gençlik Kollarında çalıştım. 1988-90 yılları arasında İl Yönetim Kurulunda saymanlık görevini yürüttüm. 1989-1994 dönemi Bursa Büyükşehir Belediye Statüsüne geçiş aşamasında ilk kurucu meclis üyelerinden biriydim. En son 1999 yılında bir dönem il başkanlığı yaptım. Sonraları milletvekilliği adaylıklarım oldu ve 2015 yılına kadar da aktif siyasete devam ettim. Ama bu politikadan ayrıldığım anlamına gelmez. Yaşamım süresinde politika yapmaya devam edeceğim.

SEVDANIN BAŞLANGICI KOLONİ GİBİ KÖPEK SÜRÜLERİ

B.E : Gelelim asıl sevdanıza... 
Ş.G : 1999 yılından itibaren, önceleri biraz kapalı yani aktif siyasette olduğum dönemlerde kimse görmeden yapıyordum beslemelerimi. Üç dört yıldır, politikayı da bıraktıktan sonra, artık herkes beni hayvansever kimliğimle tanıdı. İl hayvan kurulunun, (vali yönetimindeki) sivil tek üyesiyim. 

B.E : Peki hocam, ilk adımı nasıl attınız? Hayvanseverliğinizin temeli yani...
Ş.G : Ben hayvansever bir çocuk olarak büyüdüm. Çünkü yaşadığım evde ineğimiz vardı iki tane, Mart ayında yavruları olurdu. Evimde iki tane kedim vardı. Emine ve Kazım'dı adları. Tavuklarımız vardı mesela. Köpek yoktu yalnız, sevmediğimizden değil de mahallede köpek nadirdi. Yani ben hayvanlarla iç içe büyüdüm. 1992'de ise bir arkadaşım Hollanda'dan bana terrier cinsi bir köpek getirdi. Müthiş bir bağımız vardı onunla, bizimle yatardı. 14 yıl bizim ailemizin bir ferdi oldu. Ve on yılını yatağımızda geçirdi diyebilirim. Bu köpekle hayvan sevgim pekişti. Ondan kaynaklı da sokak hayvanlarına ilgi duymaya başladım. Sokağa atılmış, sevgiden yoksun sokak hayvanlarına küçük ölçülerde destek vermeye başladım. Bademli bunun için müsaitti. Meşeli Köy, Çağrışan civarlarında gördüğüm birçok hayvana destek olmaya çalıştım. 1999 yılında Uludağ yoluna bir misafir grubu götürmüştüm. Baktım öbek öbek, koloniler halinde köpekler var. İlk etapta ilk on kilometrede beslemeler yapmaya başladım. Haftada bir, iki gün ekmek götürmeye başladım. Ekmeği lapa yaptım götürdüm. Kasaplardan et bulmaya çalıştım. Hem tedarik yönünden bunu geliştirmeye çalıştım, nereden ne alınır diye. Bugün artık otuz kilometrelik bir alana yayıldım. Seninle de en son Kirazlıyayla'ya kadar gittik. Bazı köylere de giriyorum tabi. Uludağ yolunda ilk başladığımda 40 - 50 olan köpek sayısı bugün artık 150'ye varıyor. Belediye'nin besleme alanları dediğimiz yerler üç - dört alanı geçmiyor. Onların haftada iki gün beslemesi yeterli değil. Pazartesi, Çarşamba ve Cuma günleri benim dağ yolu besleme günüm. Hiç şaşmaz. Hayvanlar da artık buna alıştı. Bekliyorlar beni. 


 

DAĞDA 3 NESİL KÖPEK VAR

B.E : Sizin dışınızda besleme yapan birileri var mı peki? 
Ş.G : Zaman zaman kişileri değil de et bırakıldığını görüyorum. Bazı hayvanseverlerin yemek artıkları ya da ekmek verdiklerini görüyorum. 


B.E : Ama siz nereye ne kadar et bırakacağınızı, hatta ve hatta hangi hayvanların ne tür eti sevdiğini ve bu dağılımı çok iyi biliyorsunuz... Nasıl yapılmalı bu?
Ş.G : Bazı köpekler lider pozisyondadır. Lider pozisyonda olan bir köpeğin önüne bir kasa et koyduğunuzda, doyduktan sonra dahi diğerleriyle paylaşmaz. Onluk onbeşlik gruplar var. Ben karakterlerini, doğuştan tanıyorum. Dağda üç nesil köpek var onu da ifade edeyim. Üçüncü nesilden ayakta kalan beş altı köpek var. Ben hepsinin karakterlerini bilerek uygun mesafede yem koyuyorum. Dominant yani alfa bir erkek köpek varsa diğerleriyle paylaşma şansı hemen hemen sıfır. O doyarken diğerlerine birkaç metre mesafede bırakıyorum. Hepsiyle ayrı ayrı ilgilendiğim için de elbette uzun zaman istiyor. Her biri doyana kadar ilgileniyorum. Dört - beş saatten önce bitmez Uludağ yolu. Şunu da söyleyeyim, köpekler doğal olarak 15 - 16 yıl yaşarlar ama sahipliyse. Doğada ise bu süre yarıya iner. 

B.E : Arabanızdaki ilaç kutusu dikkatimi çekmişti. Bilhassa jandarmadan bir görevlinin kuduz ilacını veremediği köpeğe, siz anında vermiştiniz ilacını. Bunu nasıl başarıyorsunuz? 
Ş.G : Hayvanların sadece karnının doyması yeterli değil benim için. Bir ecza dolabım var. Veteriner arkadaşlarımdan tedarik ettiğim ilaçlarım var. Uludağ yolunda benim alanımda uyuz köpek yoktur. Çok etkili bir ilaç kullanıyorum ve takip ediyorum. Mudanya yolundaki güzergahımda ise uyuz vakaları daha çoktur. Orada ikiyüzelliye yakın köpek var. Sağlık yönünden yapabildiğim en iyi şey, uyuzla mücadeledir. Ve sonuç alıyorum. 

MERKEL'DEN PUTİN'E
B.E : Dikkatimi çeken bir başka şey de köpeklere tek tek isim koymuş olmanız. Biraz bahseder misiniz bundan ?

Ş.G : Dağ yolu beş tane kediyle başlar. Önce bir kurt köpeği var, hatırlıyorsun değil mi onu. Onun adı kurt. Biraz daha yukarıda önüne yemeği konsa da ilgilenmedikçe asla yemeyen bir köpeğim var adı "nazlı"... Dunkof'um var bir tane. Bir gruba ise siyasilerin isimlerini verdim. Putin var, Merkel var. Putin; fiziken iyi ve çok uyanık, sarışın. Merkel; sakin, oturaklı, akıllı. Bir tane büyüttüğüm bir yavru vardı sen onu görmedin maalesef yok artık. Cemile isminde bir arkadaşla gitmiştik beslemeye. Onu çok sevdi almak istedi, evde bakılacak bir köpek olmadığı için "alma ama adı Cemile olsun, seninle yaşasın dedim." Erkek köpekti ama biz yine de adını Cemile koyduk. Bak Büşracığım sana çok acı bir şey söyleyeyim kızım, doğan yavruların yaşama yüzdeleri bir ikiyi geçmiyor. Her yüz yavrudan ancak iki üç tanesi yaşıyor. Bu benim tespitimdir. Sıfıra yakın öyle düşün.
 

B.E : Sormaya korktuğum soruya geldik hocam. Cevabını biliyorum ve üzülerek soruyorum. Peki ya sizden sonrası ? (Şahin Hocanın gözlerinde hep umut dolu bir bakış vardır. Bu sefer ise endişe... Derin bir nefes alıp biraz duraksadıktan sonra cevaplıyor) 
Ş.G : Ne yazık ki yok güzel kızım. Ama olmalı. Ben en nihayetinde bu işi yapamayacak duruma geleceğim. İstiyorum ki devamı gelsin böyle bir örgütlenme olsun. Bana kimse böyle bir şeyi yap demedi bana inan. Ancak beni gören birilerinin ilham almasını istiyorum. Zaten bu nedenle yıllarca sakladıktan sonra duyurdum böyle bir şey yaptığımı. 
 

B.E : Sizinkisi aynı zamanda bir dostluk hikayesi. Yol boyunca köylülerin, işletmecilerin size olan sevgisi, yakınlığı beni çok duygulandırdı mesela. 
Ş.G: Beni görenler eğer beslediği bir köpeği, kedisi varsa poşetini alır gelir. Ben o kediyi - köpeği göreyim ya da görmeyeyim hiç önemli değil. Mesele bir hayvanın karnının doyması. Ama şunu söyleyeyim, hayvanlara bakış açısı yeterli değil. Sevenler var bak bunlara saygım sevgim apayrı. Ancak kapısının önüne bağlayıp da yeterince ilgilenmeyenlere çok üzülüyorum. 
 

B.E: Mesela Mürüvvet Hanım. Ben işletmesinin sıcaklığına da kendisinin özünü kaybetmemiş Anadolu şefkatine de hayran kaldım. Mürüvvet Hanım; Dağ Yolu Simge Restaurant'ın İşletmecisi 
Ş.G: Kendisine saygım çok büyük. Ben de yem desteği veriyorum. Kendi köpeğiyle beraber on - onbeş köpeğe bakıyor. (Mürüvvet Hanım'a uğradığımızda bize közde patates, köy ekmeği ve tereyağ ikram etmişti. Ev sıcaklığında bir işletmesi var. "Sinem Aile Çay Bahçesi" 15.km) Böyleleri olduğu gibi, bana sıcak arabasının camından "buralara yemek koyma sinek oluyor..." diyenler de oldu. Üstelik evine bir kilometre uzaktaki bir bölgede. Ve Aralık soğuğunda. Herkes kucak açmıyor böyle şeylere tabi, kimisi açıyor camı övüyor, kimisi de evet ne yazık ki sövüyor. Ama şunu unutma; her şeye rağmen Uludağ'dan inerken hayatımın en huzurlu anlarını yaşıyorum. Hayatta olabilecek en etkili terapim bu benim. O hayvanların karnının tok olması.  
 

HAYVANLARA ŞİDDET NASIL AŞILIR

B.E: Bir gerçek var ki; o da bizim toplumumuzda hatta belki dünyada şiddet. Her şeye, herkese karşı olduğu gibi hayvanlara da ... Nasıl aşılır bu? 
Ş.G: Hep anlatılır; peygamberin kedisi bir gün kıyafetinin ucuna yatar, uyur. Uyanmasın diye kıyafetinin o kısmını kestiği söylenir. Böyle anlatılardan ders almazlar da kediyi, köpeği günah diye dini istismar ederler. Çok üzücü. Hayvan sevgisi küçük yaşta mutlaka ama mutlaka en temel sınıflara girmeli. Sonuç itibariyle her şey insana uzanıyor. Hayvan sevgisi yoksa birinde insan sevgisi de olamıyor. İnsana uzanan sevgi yolu hayvan sevgisinden geçiyor, doğa sevgisinden geçiyor. Bence dünyanın en güzel coğrafyasında yaşıyoruz ama sevgisizlik yüzünden mahvediyoruz her şeyi. Sevgi olsa savaşlar, yıkımlar, katliamlar olur mu hiç? Olmaz. Ben bir kediyle, bir kuşun, bir ağacın, bir sincabın yaşam hakkıyla, kendi yaşam hakkım arasında hiçbir fark görmüyorum. Benim ne hakkım varsa bütün canlıların olsun istiyorum. Doğada her şey birbiri içindir. Einstein'in; "arılar yok olursa dünya yok olur..." sözü düşünülmeli. Doğa sonsuz değil. Ama en büyük yok edici insan. Bir aslan karnı doyduğunda, önünden geçen bir ceylanı yemez. Ama ya insan... Dünya benim diyor insan... Haayır! Bu dünya sokaktaki hayvanların, dağdaki kardelenin, çayırdaki yoncanın... Yani hepimizin. Bu coğrafya sevgi bağını oluşturduğu zaman kurtulur. 
 

B.E: Çok kişiden duyduğum şeydir. "Piknikçisi çok dağın, kedi köpek orada aç kalmaz." derler. Oysa açlıktan ölen hayvanlar...
Ş.G: Asla yok öyle bir şey. Açlıktan ölmese bile açlıktan hastalanır yine ölür. Gelen tepkilerden birini de seninle paylaşayım Büşracığım. "Yaa Şahin, insanlar aç başka işin mi yok.." diyenler oluyor. İnsanlar açım der, diyebilir. Ya hayvanlar ? 
 

B.E: Peki ya siz şehir dışındayken, tatildeyken ya da ... ? 
Ş.G: Bir asıl bir yedek olmak üzere iki arkadaşıma emanet ediyorum. (Buna birlikte gülüyoruz, bir muhasebeci işini sağlama alır diyorum...) Ben en fazla on gün gidiyorum zaten, beslemelerimden dolayı. Her yola çıkışımda da mutlaka tedarikli olurum. Hiç unutmam Merzifon'da mesela, bir molada yavru bir köpek arabamın bagajına tırmanmaya çalıştı. Resmen mamaların kokusunu almış. Onu beslemenin huzuruyla devam ettim yola. 

AİLECE GÖNÜLLÜSÜ OLMUŞLAR BU İŞİN 
Sohbetin bu kısmında içeriye Şahin Hocamın oğlu Mehmet Bey giriyor. İş yerlerinde besledikleri kedilerden bahsediyor. Yani ailece bu işin gönüllüsü onlar. 
Bu yazı esasen burada bitmez. Ancak şu kadarını ekleyeyim; bu güzel insandan duyduğum etkileyici sözlerden biri şu oldu; "Canlar bir gün daha doysun diye, bir gün daha fazla yaşamak istiyorum." Birlikte beslemeye gittiğimiz gün, henüz etleri alırken bir hanımefendi gelip, Karacebey'de besleme yapacağını söyledi. Şahin Hocam hemen alacağı etin miktarını azalttı. Ve dedi ki; tanımadığım hayvanseverler ile eti bölüşmüş olduk..." Dağ yoluna boyunca hayvanlar henüz arabanın sesini bile duymadan koşup geldiler. Bu nasıl bir bağlılıktı şaştım kaldım. Öylesine duygulandım ki. Ve Şahin Hocanın arabadan kaç kez indiğini sayamadım bile...  Döndüm baktım yanımdaki koca yürekli insana; "adanmışlık budur" dedim. Düşünün böyle bir dönemde aktif siyasi hayatınız var ve siz ülke çapında "hayvansever" kimliğinizle öne çıkıyorsunuz. 
Geçenlerde bir televizyon programında bir tarihçi, hocasından bahsederken dedi ki; " o takdir bizi aşar efendim..." 
Şahin Hocamın yüreğine, sevgi ile...