Takla atan off-road araçları yürekleri ağza getirdi Takla atan off-road araçları yürekleri ağza getirdi

Muhterem Müslümanlar! Peygamber Efendimiz (s.a.s) bir gün, çocuğunun kabri başında feryat eden bir kadına rastladı. Acılı anneye, “Allah’a isyan etmekten sakın ve sabret!” diyerek nasihatte bulundu. Üzüntüsünden Allah Resûlü’nü tanıyamayan kadın, “Bana karışma! Benim başıma gelen senin başına gelmedi ki!” deyiverdi. Bir müddet sonra kendisine nasihat edenin Resûl-i Ekrem olduğunu anlayınca Peygamberimizin huzuruna gelerek özrünü beyan etti. Bunun üzerine Rahmet Elçisi (s.a.s), şu özlü tavsiyede bulundu: “Gerçek sabır, musibetin geldiği ilk anda gösterilen sabırdır.”1 Aziz Müminler! Hayatın akışı içerisinde her birimizin yaşadığı zorluklar, çile ve kederler, maddi ve manevi sıkıntılar olması mukadderdir. Çünkü bu dünya, adı üstünde, “imtihan dünyası”dır. Başa çıkmak için uğraştığımız imtihanlardan çok daha fazlasını Resûlullah (s.a.s) yaşamıştır. O, daha doğmadan babasını, henüz altı yaşındayken annesini kaybetmiş, yetim ve öksüz olarak büyümüştür. 

Can yoldaşı eşini ve altı çocuğunu kendi elleriyle toprağa vermiştir. Mekke’de bir avuç müminle birlikte müşriklerin amansız baskı ve işkencelerine, kısıtlama ve dışlamalarına maruz kalmıştır. Bütün bu sıkıntı ve musibetlere rağmen, Peygamber Efendimiz asla ümidini ve inancını kaybetmemiş, daima Rabbine sığınmış ve O’ndan yardım istemiştir. Şiddetten değil, merhametten yana tavır almış ve hiçbir zaman Allah’ın razı olmayacağı çözümlere tevessül etmemiştir. Kıymetli Müslümanlar! Hutbemin başında okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurur: “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele!”2 Elbette hiçbirimiz zorluklarla karşılaşmayı arzu etmeyiz. Ancak müminler olarak biliriz ki, hayatın güzel anları kadar, sıkıntılı zamanları da dünya imtihanımızın birer parçasıdır. Cenab-ı Hak, insanı bazen elindekileri alarak bazen de fazlasıyla nimet vererek imtihan eder. Bu yüzden, musibet karşısında isyan etmek, kırıp dökmek ya da kötü söz söylemek yerine öncelikle sabırlı ve metanetli olmaya gayret gösteririz. Sağduyu ve akl-ı selim ile hareket ederiz. Sıkıntıyı aşmak için üzerimize düşen sorumluluğu yerine getiririz. Bizler, her musibetten dünyamıza ve ahiretimize yönelik dersler çıkartırız. Benzer sıkıntılara maruz kalmamak için hata ve ihmallerimizi gözden geçiririz. İlim sahibi, tecrübeli insanlardan yardım alır, ondan sonra da Rabbimize tevekkül ederiz. Değerli Müminler! Sevgili Peygamberimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyor: “Müminin hali ne hoştur! Her hali kendisi için hayırlıdır ve bu durum yalnız mümine mahsustur. Başına güzel bir iş geldiğinde şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir sıkıntı geldiğinde sabreder; bu da onun için hayır olur.”3 O halde, iyi günde olduğu kadar, kötü günde de hayata tutunmak ve Rabbimizle aramızdaki bağdan güç almak, imanın güzelliğindendir. Bunalmış bir insanın, çaresizliğini şiddete dönüştürmesi, kadın ve çocuklardan öfkesini çıkarması ise zulümdür. Hiçbir sıkıntı, anlaşmazlık ya da bunalım, kadına şiddeti reva gören bir zihniyetin mazereti olamaz. Çünkü şiddet, kul hakkı çiğnemektir; acı ve nefret tohumlarıyla aileyi zehirlemektir. Hâlbuki mümin, elinden ve dilinden merhamet yayılan, çevresine güven ve huzur aşılayan kimsedir. Zorluklar karşısında kişinin kendisine ya da ailesine zarar vermesi asla çözüm değildir. Dinimiz, ne kendinin ne de başkasının ıstırabını dindirmek amacıyla bile olsa Allah’ın emaneti olan canına kıymaya kesinlikle izin vermez. Çünkü dert varsa, dertlere derman olan Allah vardır. “O ne güzel Mevlâ, ne güzel yardımcıdır!”4 Sıkıntı varsa, sıkıntılara elbirliği ile çözüm bulacak dostlar, komşular, akrabalar vardır. “Müminler ancak kardeştir!”5 Aziz Müslümanlar! Acılarımızı isyana ve zulme dönüştürmeyelim. Yaşadığımız zorluklar karşısındaki metanetli tavrımızın, Allah katında nice kolaylığın müjdecisi olacağını unutmayalım. Bizler bu dünyaya, inanmak ve iyi işler yapmak için geldik. Peygamberimizin umut ve teselli vadeden şu hadisini hatırlayalım: “Vücuduna batan bir diken bile olsa, başına gelen her türlü musibet karşısında Müslüman’ın günahları affolunur.”6 Rabbimizin yardımından ve rahmetinden ümidimizi kesmeyelim. Resûl-i Ekrem (s.a.s)’in duasıyla Yüce Rabbimize niyaz edelim: “Biz Allah’a aidiz ve O’na döneceğiz. Allah’ım! Başıma gelen musibetin mükâfatını senden bekliyorum, bundan dolayı bana ecir ihsan et, benim için onu daha hayırlısıyla değiştir.

İşte  ‘o’ benim rehberim

İlk insan ve ilk peygamber Hz. Adem’den son peygamber Hz. Muhammed’e kadar bütün peygamberler tek bir hakikatin (Allah’tan başka ilah yoktur) mücadelesini vermişlerdir. Bu mücadelede Allah-kul ilişkisi bağlamında kul tarafından en önemli yöneliş ve pratik ise teslimiyettir. 

İslam özelde son ve Allah katında makbul dinin ismi olsa da, bütün peygamberlerin verdiği mücadelenin ve kulun yaratanına karşı teslimiyetin de ismidir. Zaten Kur’an vahyinin ilk muhatabı olan nesil de “İslam” kelimesini teslimiyet olarak anlamış ve bunun gereğini en güzel şekilde yerine getirme gayreti içerisinde olmuştur. Bu kelimeye kök olan “esleme” fiili “boyun eğmek, kabullenmek” gibi anlamların yanı sıra “barışa girmek, barış yapmak” anlamlarına da gelmektedir. Dolayısıyla bu anlamı taşıyan bir eylemi gerçekleştiren kişi veya kişilerden yani müslümanlardan insanları iyiliğe, güzelliğe ve hayra yöneltici davranışlar beklenmesinden daha doğal bir şey olamaz. Zaten peygamberimiz Hz. Muhammed de bir hadisinde buna vurgu yaparak, bir Müslümanın nasıl olması gerektiğini bizlere göstermiştir. “Müslüman, diğer insanların elinden ve dilinden güven duyduğu kimsedir”. Bütün bunlar bize ilkinden sonuncusuna kadar bütün peygamberlerin amacının yeryüzünde barışı, iyilik ve güzelliği hakim kılmaya çalıştığını göstermektedir. Son ilahi kitap Kur’an-ı Kerim’de ki şu çağrı bunu en güzel şekilde özetlemektedir aslında :” Ey iman edenler! Hepiniz topluca barış ve güvenliğe (İslâm’a) girin. Şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.” Çağlar üstü bir kitap olan Kur’an’ın bu hitabı en güzel karşılığını Allah Rasûlü’nde bulmuştur. Onun ortaya koymuş olduğu mücadelenin tamamına baktığımızda, hayatın her alanında iyiliği, adaleti, şefkat ve merhameti, güvenliği ve esenliği hakim kılma gayretini görürüz. Onun gönüllere tesir eden sözleriyle, her bireyin hayatına dokunan tavır ve davranışlarıyla, “İşte o benim rehberim” dedirten örnek hayatıyla günümüz insanını buluşturabilmek en önemli gayemiz olmalıdır.

BİR SORU BİR CEVAP

Başkasına ait bir “marka”yı izinsiz kullanmak, bunun ticaretini yapmak, para kazanmak dinen caiz olur mu?
Başkasının emeğini gasp anlamına gelecek her iş, tutum ve davranış, kul hakkı sorumluluğunu gerektirir. Bu sorumluluk ise, söz konusu hak sahibine iade edilmedikçe veya helallik alınmadıkça ortadan kalkmaz. İslam emeğe büyük önem verir, haksız kazanca karşı çıkar. Kur’an-ı Kerim’de, “İnsan için ancak çalıştığı vardır.” (Necm, 53/39) buyrulur. Hz. Peygamber de (s.a.s.) emeğin hakkının verilmesini değişik hadisleriyle ifade etmişlerdir. Bunlardan birinde, “Hiçbir kimse, elinin emeği ile kazandığını yemekten daha hayırlı bir kazanç yememiştir. Allah’ın Peygamberi Dâvûd da kendi elinin emeğini yerdi.” (Buhârî, Büyû’, 15) buyurmuşlardır. Bu itibarla, emek ve gayret sarf ederek toplum nezdinde itibar gören bir firmanın kendi markasının izinsiz olarak başkaları tarafından kullanılması kul hakkı ihlaline ve müşterilerinin aldatılmasına sebep olacağından dolayı İslam ahlakıyla bağdaşmamaktadır. Ayrıca bu yolla haksız kazanç sağlamak da dinen caiz değildir.

KISSADAN HİSSE
“Müminlerin iman bakımından en olgun olanları, ahlakı en iyi olanlarıdır. Sizin en hayırlılarınız da hanımlarına karşı en iyi davrananlarınızdır”(Tirmizî, Radâ’, 11)
İslam dininin en temel gayesi iyi ahlak temelli bir toplum meydana getirmektir. Aynı zamanda Cenneti annelerin ayakları altına seren İslam, kadınları da ahlak temelli bir toplumun en önemli unsurlarında biri olarak görmektedir. O halde bir mümin olarak bize düşen iyi ahlak sahibi olmak, ahlaklı nesiller yetiştirmek ve kadınlarımıza hayırla davranmaktır.

Günün Ayeti
Siz ancak işlediklerinizin karşılığı ile cezalandırılırsınız. Ancak Allah’ın halis kulları başka. İşte onlar için belli bir rızık, meyveler vardır. Onlar ikram gören kimselerdir.(Saffât, 37/39-42)

---
 

Günün Hadisi
Üç dua vardır ki, bunlar şüphesiz kabul edilir: Mazlumun duası, yolcunun duası ve babanın evladına duası.

----
 

Günün Duası
Allahım yaşadığımız hayat boyunca bizlere hayatın sıhhatlisini, rızkın bereketlisini, kalbin şefkatli ve merhametlisini, ölürken ölümün beşaretlisini, öldükten sonra da kabrin saadetlisini nasip eyle!