Erol Özen'le 46 yıllık gurbet yolculuğunun hikâyesini konuştuk Brüksel'de... Gördük ki Avrupa öyle herkesin hayalini süsleyecek kadar cazip bir yer değil.

Mehmet ÇETİNKAYA

Sevgili Erol Özen, Brüksel'de bizi ağırladığınız için 'agazete' olarak teşekkür ediyoruz. Sizin 1973 yılından 2019 yılına uzanan bir gurbet serüveniniz var. Yarım asır önce bu topraklara adım attınız. İlk geldiğiniz zamanları hatırlıyor musunuz? Nasıl geldiniz, ne gibi zorluklar çektiniz, Belçika'ya ilk adım attığınız günlerden bize bahsedebilir misiniz?

1973'te Konya’nın Çeltik ilçesinden Belçika’ya ailecek geldik. Tabii atalarımız daha önce geldi buraya. O zaman Almanya gibi devlet kanalıyla değil, kendi imkanlarıyla gelmişler. Daha sonra da burada bayağı zorluklarla bir iş kurmuşlar, sonra da bizi getirmişler. Biz de zorluklarla başladık bu maceraya. Geldiğimizde kesinlikle dil sıkıntısı vardı. Çevre yok, istediğin gibi iş yok. Bütün Türklerin ağır işlerde çalıştığını gördük. Sigorta, sağlık gibi imkanlarımızdan nasıl faydalanacağımızı bilmiyorduk. İşe gidiyorduk, sabah 6'da çıkıp akşam saat 9’da eve dönüyorduk. Maaş bilmezdik, çalışma saatlerine itirazımız olamıyordu. Öyle lükslerimiz yoktu. Maaşımızı zarfta veriyorlardı hafta sonu. Ne verirlerse hakkımıza razıydık. Yol yordam bilmiyoruz. Geldiğimizde tabii Türk yemeklerini bulmak da kolay değildi. Uçak seferleri azdı. Ayda bir veya iki defa THY seferleri vardı. Tabii onu alabilmek için de en az 2-3 ay çalışman gerekiyordu. Biz açıkçası kendimizi uçaktan paraşütle ormana atılmış, çaresiz bulmuştuk. Yaşamak için büyük zorluklarla ve mücadeleyle geldik bugünlere.

Bugüne kadar kaç farklı işle meşgul oldunuz Belçika günlerinde?

Ben ilkokulu bitirdim. 1.5 yıl dil kursuna gittim. Ondan sonra işe başladık. Atalarımızın buraya geliş niyeti belliydi. Avrupa'ya gidip para kazanalım, sonra geri dönüş yapalım. Bağ, bahçe, ev gibi yatırımlar yapalım. Hiçbir şey bu plana uygun olmadı. Yoğun iş, tempo derken zaman çok çabuk geçti. O zamanların imkanları çok farklıydı. İş sahaları çoktu. Durum böyle olunca herkes kardeşini, amcasını, bütün çevresini buraya getirdi. Durum böyle olunca kaldık burada. Türkiye’de yaptığımız dönüş planı düşündüğümüz gibi olmadı.

Bu zorlukları görünce babanıza hiç kızdınız mı buraya bizi neden getirdin diye?

O zorlukları görmeden olmuyor tabii. Geldiğimizde hayal kırıklığına uğradık. Geldiğimiz ilk yıllarda çok sıkıntılı evlerde kaldık. Banyo tuvaleti düzgün olmayan, çatısı akan binalar vardı. Buralarda kaldık, lüksümüz yoktu. Kendi imkanlarımızla kiracı olduk, sonra ev sahibi olduk. Zorlu bir mücadeleyle oldu hepsi.

Bugüne kadar meşgul olduğunuz en zor iş ile alakalı hatıralarınız var mı?

Bütün mesleklerin kendine göre zorluğu var tabii. Başlarda küçük bir kasabada kalıyorduk biz. Brüksel’e minibüsle geliyorduk. Tam o dönemde boşluğu gördük. Hediyelik eşya satış işine girdik. Maddi manevi zor koşullar. Dil konusundaki problem, bunlar hep mücadele edilmesi gereken faktörler olarak durdu önümüzde. Bu sıkıntılar bizi gelişmeye teşvik etti.

 Ne zaman ticarete atıldınız?

14 yıl işçi olarak çalıştım ve sonra da ticarete başladım.

 Refah seviyenizin artıp daha verimli hale geçtiğiniz dönem bu 14 yıldan sonra mı oldu?

Tabii ki. Dünyanın her yerinde ticaret harici çalışma sizi sadece geçindirir ve belli bir noktaya getirir. Ticaret çok farklı ve bereketli. Rızkın onda dokuzu ticarettedir. Risk ve cesaret çok önemli. Cesaret edip risk almazsanız kazancınızda mesafe alamazsınız. Devamlı ileriyi düşünmek hep hedefimiz oldu. Sadece kendimi değil, kardeşlerimi ve çevremi de bu işlere teşvik edip destekledim. Nasıl ki atalarımız bizi buraya gurbete getirip işçi ettiyse ben de çevremin kendi imkanlarımla iş insanı olmasını sağladım. Bu bir gerçek. Bununla gurur duyuyorum. Burada gurbetçi olan vatandaşlarımız genelde işçiyken işveren oldu. Yıllarımız boşuna gitmedi. Büyük farklılıklar oldu. Türkiye’ye bile bu güç yansıdı. Bir Avrupalı gidip de Türkiye’ye yatırım yapamaz. Bu riske giremez. Biz girdik çünkü bir ayağımız ülkemizde. Bütün bağımız hâlâ orayla. O konuda avantajlıyız.

Türkiye’den mobilyayı buraya getirme ve Türkiye’nin tanıtımı için menfaatten bağımsız bir gayret vardı sizde. Bu 14 yıllık zorlu zamanların yoğrulmasıyla mı gelişti bunlar?

Tabii tecrübe çok önemliydi. Hediyelik eşya yaparken paketleme sıkıntıları vardı Türkiye’de. Hediyelik eşyadan sonra mobilya boşluğunu gördük. Ülkemiz için faydalı olacağını düşünüp mobilya işine girdik zamanla. Çıtayı yükselttik. Bir kalem üzerinde durmadık. Hediyelik eşya, beyaz eşya ve mobilya üzerine farklı iş yerleri açtık. Ülkemiz için azla yetinmeyip ihracat potansiyelini arttırmaya çalıştık.

Şu an kaç dil konuşuyorsunuz Erol Bey? Bu dilleri nasıl öğrendiniz ve dil öğrenme sürecinde olanlara tavsiyeleriniz nelerdir?

4 dil konuşuyorum. Dil her şeyden önce geliyor. Dil bilmiyorsanız kimseye bir şey anlatamıyorsunuz. Ticaret gibi dil de aynı derecede önemli. Kurslar ilk adım için çok önemli. 6 ay boyunca sıkı takip edilip bırakılmaması kritik bir nokta.

 Türkiye’den 1973'te çıktınız. 5-6 yıl sonra izin ve akraba ziyareti için geri gittiniz. Aşağı yukarı bundan 40 yıl önce. Yine yaklaşık 40 gün önce Türkiye ziyaretinden döndünüz. 40 yıl önceyle 40 gün önceyi yan yana koyduğumuzda nasıl farklar görüyorsunuz?

Çok büyük farklar var. Az önce bahsettiğim gibi atalarımızın çoğu belli bir dönem için gelip kaldı. 40 yıl önce sağlık konusunda büyük sıkıntılar geçirdik Türkiye’de. Resmi dairelerde işlem görülmüyordu. Ancak bu 40 yıl zarfında sağlık konusunda büyük değişimler oldu. Avrupa standartlarına geldi ve geçti hatta. Turizm konusunda da bayağı mesafe aldı her geçen gün daha da iyiye gidiyor zaten. Birçok konuda güzel değişim ve gelişim oldu.

46 yıldır buradasınız. Peki Türkiye özlemi hiç bitiyor mu?

Türkiye özlemi bitmiyor. Bitmez de. Adı üstünde biz gurbetçiyiz.

Buradaki yeni nesil Türklerin Türkiye ile olan bağı ve ilgisi ne düzeyde?

Burada okuyup Türkiye’ye dönme gibi hayalleri oluyor birçoğunun.

Siz burada Belçika vatandaşlığını alan ilk Türklerdensiniz. Peki Belçika asıllı insanlarla kağıtta aynı haklara sahip olsanız da farklı bir muamele gördüğünüz oluyor mu?

Bölge bölge değişiyor. Türkiye’de bile bazı tanışmalarda toplaşmalarda soruluyor. Nerelisiniz? Burada da soruluyor. Hangi ülkedensiniz? Demek ki dünya genelinde böyle bir ayrım hâlâ var. Her yerde dikkat çekiyor. Konuşmadan da belli oluyor illaki.

Sizce Türkiye Avrupa Birliği’ne girebilir mi ya da girmeli mi?

Bence girmemeli. Avrupa'nın eski gücü yok. 2000 yıllarından önce olanaklar daha fazlaydı. Belki o dönem için kıymetli olabilirdi. İleriye değil geriye gidiyor sürekli. Birinci soru içinse zor olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de genç nüfus yoğunlukta. Bu coğrafyada tam tersi. Bu konuda da bir korku var. Ben kesinlikle çok zor görüyorum.

  

Napolyon’un son savaşı Waterloo anıtı…

Bugün Türkiye’den yurt dışına gitme arzusunda bulunan birçok genç var. Sanki yurt dışına çıkınca bir sihirli değnekle birçok şey çözülüyormuş algısında olan. Siz bu gençlere neler söylemek istersiniz?

Hiçbir şey dışarıdan göründüğü gibi değil. Haberlerde bile görüyorsunuz. İyi tarafları gösteriyor. Sansür var. Türkiye’de de eskiye göre imkanlar çok artık. Avrupa’da da maaş iyi gibi görünse de hayat çok pahalı. Emlak sigorta gibi konularda mesela Türkiye ile karşılaştırınca pek cazibesi kalmıyor. Türkiye’de kalıp mücadele etmek daha mantıklı. Avrupa Birliği adında bir şey kuruldu ama bu pek işlemedi.

Bursa’da 2023’ün son, 2024’ün ilk bebekleri dünyaya geldi Bursa’da 2023’ün son, 2024’ün ilk bebekleri dünyaya geldi

Tekrar başa döneceğiz. Buraya geldiğinizde hiç aç ve çaresiz kaldığınız oldu mu?

Aç olmadık ama çaresiz hissettiğimiz anlar çok oldu. Yine daha önce bahsettiğim gibi uçaktan paraşütle düşmüş gibi olduk buraya. Dil bilmiyoruz. Markette istediğimiz ürünler yok. İsimlerini bile bilmiyoruz. Hiç unutmam, o zamanlar bize eve ziyarete geliyordu Belçikalılar. Yanlarında da hediye getiriyorlardı. Un şeker gibi şeyler. Onların paketini alıp markete gösteriyorduk aynısını almak için. Bunlar tabii en büyük çaresizliklerimiz oldu o dönemde.