Mutluluğun yolu Osmangazi'den geçti Mutluluğun yolu Osmangazi'den geçti
Büşra EKİM
“Isparta, Yalvaç Kuyucak Köyündeniz” diye başlıyor Nejdeat Hoca ve işte devamı: Aslımız Yörük. Babam Isparta Gönen Köy Enstitüsü mezunu. İzmir Kızılçullu ve Ankara Hasanoğlan Köy Enstitülerinde eğitim almış. Babam Isparta Gönen Köy Enstitüsünde okurken Alman Harbi başlamış. Kendi okuyacakları derslikleri o zaman öğrenciler hep kendileri yapmış. O dönemde Burdur Yeşilova Akçaköy’lü olan ünlü edebiyatçımız Fakir Baykurt, babamın bir üst sınıfında ağabeyi durumundaymış. Kapalı devre radyo istasyonu kurmuş okula Fakir Baykurt. Öğrenci birliği başkanlığı yapmış, gazeteler çıkarmış. Babamın ilk görev yeri Karaman’ın Kılbasan nahiyesidir. Orada grup sağlık memurluğu yapmış ve kontrolündeki dokuz köyden sorumluymuş. Babam çok okuyan bir adam. Halen günlük gazeteleri takip eder, dikkatini çeken haberleri keser ve bunları kitap şeklinde ciltler. Eskiyen gömleklerinin kollarının, yakasını yamar. Ve tüm bunları Köy Enstitülerinde öğrendiğini ifade eder, çok da güzel şiir okur. 
 
HAYATIM
25 Ocak 1957, Karaman Kılbasan doğumluyum. Karaman Morçalı Köyünde ilkokula başladım. Ortaokula ise babamın tayininin Isparta, Uluborlu’ya çıkmasıyla orada devam ettim. Orada üç yıl ablamla aynı sınıfta okuduk. Kilosu iki buçuk liraya salyangoz topladım. Rahmetli anneme böylelikle bilezik yaptım. Kirada oturduğumuz evin camlarından soğuk gelirdi, o zamanlar macun çekmeyi öğrendim. Ortaokul son sınıftayken, öğretmen okulları imtihanlarına giriş için ablamla başvurduk. Isparta Kız İlköğretmen Okulu’nu kazanamayınca, hemen Gönen İlköğretmen okulu sınavlarına, son gününde yetiştik. İmtihan bittikten sonra kağıdımızın isim soyisim kısmını katlayıp yapıştırmamız gerekiyordu. Masanın üzerine de kırık bir tutkal şişesi bırakılmıştı. Yanında da yeni bir tutkal şişesi vardı. Biz ablamla beraber kırık cam şişesinden akan tutkalı parmağımızla, cam kırıkları içinden alıp kağıtlarımızı yapıştırdık. Bu olayı bir gözetmen öğretmen görüp bize sordu neden böyle yaptığımızı. Biz de “devletin malına yazık olmasın diye öğretmenim…” dedik. “Aaa öyle mi çocuklar, aferin size…” diyerek isimlerimizi aldı. Ertesi gün mülakata girdiğimizde bir gün önce bize isimlerimizi soran öğretmen komisyonda görevliymiş. Mülakat bitiminde o öğretmen komisyona dönerek; “ Arkadaşlar, bu iki kardeş geleceğin öğretmenleri…” dedi ve bir gün evvel yaşadığımız olayı anlattı. Bu olay meğerse bize mülakatı kazandırmış. Ama ertesi gün öğreniyoruz bunu. O gece babam bize; “Çocuklar eğer bu sınavı kazanamazsınız ben hüngür hüngür ağlarım. Çünkü biz Köy Enstitüsü öğrencileri olarak bu okulları kendimiz inşa etik. Her bastığımız adımda emeğim var… Biz yalınayak, karnımız aç, sırtımızda harç tenekesi taşıyarak bu binaları yaptık.” dedi.
 
GÖNEN İLKÖĞRETMEN OKULU
Burada ablamla dört yıl aynı sınıfta, aynı sırada okuduk. Babam bana fotoğraf makinesi aldı. Flaş, ayak ve fotoğraf makinesi. Dört yıl ben okulda fotoğrafçılık yaptım. Bu işten epey para kazandım ve kendime takım elbiseler diktirdim. Tavşan beslerdim, okulumuzun meyve bahçeleri, yonca bahçeleri, gül bahçeleri vardı. Meyve bahçeleri, üzüm bağları vardı. Tarım derslerinde bahçelerde çalışıyorduk, konserve, reçel, marmelat yapardık. Ve bunlar yatılı okuyan çocuklara gelir sağlıyordu. Eğer dönem sonunda döner sermaye kar etmişse, Ankara’ya genel merkeze gönderilirdi. Okul dışında saati 2.5 liraya bağ bellemeye gittim. Hakiki gül yağı gülü katmer katmer pembe açar. 20 Mayıs – 20 Haziran tarihlerinde açar, sabahın köründe kızılca karanlıkta gider, sekiz buçuk dokuz buçuk gibi de biterdi. 
SİNEMAYA İLGİM
İlkokuldayken başladı sinemeya ilgim. Sinema yüzünden çok dayak yedim. Gündüz on bir gibi başlardı akşama kadar dört film oynardı ve ben hepsini izlerdim. Ne yapar ne eder sinemaya para bulurdum. Necdet Tosun’u, Hulusi Kentmen’i, Hüseyin Baradan’ı, Ahmet Tarık Tekçe'yi, Fatma Girik’i Karaman’da görmüştüm. 
 
MESLEK HAYATIM
Zonguldak Ereğlisi Ortacı Köyü’nde, ablamla beraber 1975 yılında, 25 Eylül’de öğretmenliğe başladık. İki yıl devam ettik. Köy okulunun her işini yaptım. Çatısını onardım, kapılarını tamir ettim, camlarına macun çektim. Yazları İzmir Pınarbaşı’nda yağlıboya işlerine devam ettim. Aynı ilçenin Ormanlı Nahiyesinde de haftada iki üç gün Türkçe ve Müzik derslerine girdim. Olduğum yere 4 km mesafedeydi. Her yer çamur içindeydi. Ayakabbılarıma poşet geçirirdim. Böylelikle okula boyalı temiz botlarla gidiyordum. Askerlik nedeniyle Er Öğretmen olarak Muş Sirong’a (Kırköy) tayinim çıktı. İlk defa tereyağında kızartılmış balığı orada yedim ben. Sıvıyağ yoktu, peynir yoktu. Kurutulmuş yoğurt gördüm orada. 
EN GÜZEL ÖĞRETMENLİK YILLARIM AYAZKÖY
Sonra Bursa'da devam ettim eş durumundan. Ve meslek hayatımın en güzel zamanları başladı; Ayazköy... Sosel (fare) deliği dolu bir evde başladık. Bir yıl taşıma suyla yaşadık. Sınıf Öğretmenliği yapan okul müdürlüğü yaptım orada. Yeni okulumuz yapıldı, inşaatında biz bulunduk. Derken Avrupa Birliği baskı yapıyor Türkiye'ye, sizin öğretmenleriniz hala lise mezunu statüsünde diye. Öğretmenokulu mezunu olan bizler, dışarıdan ön lisans okuyacaktık. Bense zaten İş İdaresi okuyordum. 1987'de hem Açıköğretim İş İdaresini hem de Eğitim Önlisasını bitirdim. 
AYAZKÖY EĞİTİMDE ÇAĞ ATLADI
Burada çocuklar duyu organlarının çizimlerini yapar hale geldi. Akarsuları, gölleri, coğrafi bölgeleri hepsini ezbere çiziyorlardı.
Benim açıköğretim derslerimin arasında bilgisayar da vardı. O sırada da Alo deterjan firması, beş yüz tane Alo kapakçığını ilk toplayan okullara bilgisayar hediye edecekti. Bu bilgisayarı mutlaka almam lazım diye kafaya koydum. Öğreci velilerini topladım ve toplu halde beş yüz tane deterjanı toptan alıp, sonra onları satmayı teklif ettim. Kabul ettiler ve biz akşamları köy köy, kahve kahve gezip deterjanları sattık. Ne mi oldu? Biz bilgisayarı kazandık ! Bursa'da ilk, Türkiye'de 13. bilgisayara sahip olduk. 
 
Yeni okulumuzun açılışında bilgisayarımız da vardı yani… Mustafakemalpaşa'nın Züfer Bey İlkokulu'nda ise ilçenin ilk resim sergisini açtık. Sonrasında ise Bakanlık sınavını kazanıp, Gazi Üniversitesi, Eğitim Yönetimi Planlama ve Teftiş bölümünü bitirip müfettişliğe başladım. 18 yıl öğretmenlik, 18 yıl müfettişliğin ardından, 2014 yılında ise emekli oldum. 
 
AYAZKÖY ZİYARETİ
Ayazköy'ü birlikte ziyaret ettik Nejdet Hoca ile. İlk çaldığımız kapının nasıl coşkuyla açıldığını anlatamam. Hayriye Teyze, " Nejdeeett.." diye bağırıp, birbirlerine sarılırken, içeriden Şirin Hanım, "Hocammm" diye sevinçle yanımıza geldi. 
Şirin Hanım; "Nejdet Hoca kardeşimin öğretmeniydi. Ben okula gitmedim ama o kadar çok isterdim ki onun öğrencisi olmayı. O köyümüzün öğretmeni, abisi, babası, her şeyiydi. Tek kelimeyle Nejdet Hoca, bu köye gelmiş en şahane öğretmenimizdi. diyor.
Sünnet düğününde ona bir dolma kalem hediye edilmiş. Sanki hayatı boyunca, kalemin elinden düşmeyeceği mesajı verilmiş ta o zamandan. Nejdet Hoca resim yapıyor, flüt çalıyor, her yerde Atatürk'ün hayatını anlatıyor, zeybek oynuyor, vals yapıyor. Onu bir kere bile traşsız göremezsiniz. Çünkü o hala devletinin öğretmeni! Hayal ediyorum da böyle bir Milli Eğitim Bakanı lazım diyorum bu ülkeye... 
Ailemden sonra ailem dediğim, manevi anne - baba olarak bildiğim Nejdet Hocam, can yoldaşım eşi Melek Hanım. İyi ki varlar.