Habil sınanmadı mı kardeş sevgisi ile? Ya Kabil sınanmadı mı mala mülke olan tamahı ile. Yakup Peygamber çok sevdiği Yusuf’u ile imtihan edilirken, Hz. Nuh büyük tufanla imtihana tabi tutulmadı mı? Doğup büyüdüğü yurdundan çıkarılan Peygamber Efendimizin Mekke’yi fethettiğinde göstermiş olduğu hoşgörü ve öne çıkardığı liyakatle denenmedi mi Mekkeliler? Nefislerinin cenderesinde cebelleşen bizlerin daha fazla hoşgörüye, zarafete, inceliğe, rikkate ve nezakete ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde Peygamberi hal ile hallenme sınavında  vermiş olduğumuz imtihan da öyle. Doğumla başlayan ve hayatımızın her evresinde bizi daha olgun insan yapmak adına karşılaştığımız acılar, üzüntüler, neşeler ve sevinçler birer imtihan unsuru değil mi? 

Bazen sevdiklerimizle bazen sevenlerimizle, bazen yaptıklarımızla bazen yapamadıklarımızla denenmekte; bazen de Peygamber Efendimizin ifadesiyle çölde yapılan yolculuk esnasında bulunan bir ağacın gölgesindeki beş dakikalık dinlence mesabesinde olan şu kısacık hayata düşkünlüğümüzle, başımıza gelenlere gösterdiğimiz tavır ve birbirimize tahammül ile hep imtihan halindeyiz. 

Tahammül sınırlarının zorlandığı, birbirine kolayca sırt dönenlerin çoğaldığı , ötekileştirme dili ve ben dilinin en çok konuşulan dil olmaya yüz tuttuğu şu dünyada ne kadar da muhtacız Eyyüb sabrına. Hani Eyyüb yitirmişti tüm varlığını, yakınları dahi terketmişti kendisini. Yirmi beş yıl süren acı, ızdırap, yalnızlık hiç uzak tutamamıştı onu Rabb’ini zikirden ve Eyyüb hiç umudunu yitirmemişti Rabb’inden. Allah’ın emri ile ayağını vurduğu çamurlu su şifa olmuştu yaralarla dolu bedenine, serveti katlanarak yeniden verilmişti kendisine. Sabır ve her hale şükür değil miydi onu yücelten tüm gönüllerde. 

Bazen çektiğimiz zorluklardan, başımıza gelen bela ve musibetlerden, anlaşılmamaktan ya da yeterince kıymetimizin bilinmediğinden dem vurarak serzenişte bulunuruz ya, altı evladını kendi eliyle toprağa koyan bir Peygamberin ümmeti olarak çok mu sabırsız çok mu anlayışsız olduk acaba?

Uludağ’da yeni yıl buruk kutlandı Uludağ’da yeni yıl buruk kutlandı

Sabır ve şükür, iki kanatlı kuştur insanı ebedi saadete götürecek. Başa gelene sabır, sahip olunana şükür, her daim Hakk’ı zikir, gönüllere vurulan mühür insanı kemalata erdirecektir. En kıymetli nimetlerin başında gelen imanımız, imtihanımızın çekilir olmasında bizimledir. Allah insaftan, insanlıktan, iyilikten, sabırdan yana olanlardan eylesin cümlemizi!
 

BİR SORU – BİR CEVAP
Başkasına ait bir markayı izinsiz kullanmak, bunun ticaretini yapmak ve bundan para kazanmak caiz olur mu?
Başkasının emeğini gasp anlamına gelecek her iş, tutum ve davranış, kul hakkı sorumluluğunu gerektirir. Bu sorumluluk ise, söz konusu hak sahibine iade edilmedikçe veya helallik alınmadıkça ortadan kalkmaz.
İslam emeğe büyük önem verir, haksız kazanca karşı çıkar. Kur’an-ı Kerim’de, “İnsan için ancak çalıştığı vardır.” (Necm, 53/39) buyrulur. Hz. Peygamber de (s.a.s.) emeğin hakkının verilmesini değişik hadisleriyle ifade etmişlerdir. Bunlardan birinde, “Hiçbir kimse, elinin emeği ile kazandığını yemekten daha hayırlı bir kazanç yememiştir. Allah’ın Peygamberi Dâvûd da kendi elinin emeğini yerdi.” (Buhârî, Büyû’, 15) buyurmuşlardır.
Bu itibarla, bir firmanın kendi markasının izinsiz olarak başkaları tarafından kullanılması kul hakkı ihlaline ve müşterilerinin aldatılmasına sebep olacağından dolayı İslam ahlakıyla bağdaşmamaktadır. Ayrıca bu yolla haksız kazanç sağlamak da dinen caiz değildir.(Din İşleri Yüksek Kurulu)

Günün Ayeti

Aranızda birbirinizin mallarını haksız yere yemeyin. İnsanların mallarından bir kısmını bile bile günaha girerek yemek için onları hakimlere (rüşvet olarak) vermeyin. (Bakara, 2/188)

Günün Hadisi

Zandan sakının. Çünkü zan, sözlerin en yalan olanıdır.

Günün Duası

Ey Allah’ım! Ben kendime çok zulmettim, günahları ancak sen bağışlarsın. Mağfiretinle beni bağışla ve bana merhamet et. Şüphesiz sen çok bağışlayan ve çok merhamet edensin.


HER CAN DOKUNULMAZDIR
Muhterem Müslümanlar! Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Kim bir mümini kasten öldürürse cezası, içinde ebedî kalmak üzere cehennemdir. Allah ona gazap etmiştir, lânet etmiştir ve çok büyük bir azap hazırlamıştır.”1 Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Kim zarar verirse Allah da ona zarar verir. Kim insanlara güçlük çıkarırsa, Allah da ona güçlük çıkarır.”2
Aziz Müminler!
Yüce dinimiz İslam, adalet ve eman, merhamet ve
güven dinidir. İslam’ın koruma altına aldığı değerlerin başında yaşama hakkı gelir. Din, dil, ırk ve cinsiyet ayrımı olmaksızın bütün insanlar, dinimize göre can dokunulmazlığına sahiptir. Peygamber Efendimiz, Veda Hutbesinde bu gerçeği tüm insanlığa şöyle ilan etmiştir: “Bu Zilhicce ayınız, bu Mekke şehriniz, bu arefe gününüz nasıl mukaddes ise, kanlarınız, mallarınız ve ırzlarınız da aynı şekilde mukaddestir, dokunulmazdır.”3 Hak ve hukuk tanımadan bir insanın canına kıymak, zulümdür. Mağdur ve yardıma muhtaç durumdaki bir insanın hayatını kurtarmak ise büyük bir onurdur. Bütün peygamberlerin getirmiş olduğu vahyin değişmez ilkesi olan bu husus, Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilir: “…Bir cana kıymaya veya yeryüzünde fesat çıkarmaya karşılık olması dışında, kim bir insanı öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir insanı kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibi olur...”4
Kıymetli Müslümanlar!
Anne karnında hayat bulduğu andan itibaren ölünceye kadar her can saygındır. İslam’ın çizdiği hukuki ve ahlaki sınırlara göre, bir bebek, annesinin hayatını tehlikeye atma gibi tıbbi bir gerekçe olmadıkça, keyfi sebeplerin kurbanı olarak kürtajla yok edilemez. Bir kadın, “namus” bahanesine sığınılarak şiddetin gaddar pençesi altında canından edilemez. “Töremiz böyle emrediyor” diyen koyu bir cehaletle kan davası güdülemez, hiç kimsenin canına kıyılamaz. Hatta can öyle bir emanettir ki, bir insan “Bu can benim değil mi?” diyerek intihara dahi kalkışamaz.
Değerli Müminler! Asla unutulmamalıdır ki, Rahmân ve Rahîm olan Rabbimizin insanoğluna gönderdiği son din, merhamet üzerine kuruludur. Son dinin Peygamberi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s), rahmet elçisidir. İslam’da şiddete ve zulme asla yer yoktur. Zira şiddet, zamanın silemediği ve yüreğin unutmadığı ağır bir vicdan yarasıdır. Kadın ya da erkek, çocuk ya da ihtiyar kimin canını yakarsa yaksın, şiddet apaçık bir zulümdür. Zulüm ise haramdır. Öfkesine, nefretine ya da cehaletine yenik düşerek gücünü kullanıp mazlumu ezen kişi zavallıdır. Şefkat ve merhametten yoksun olanların, hak ve adaletten uzaklaşanların düştüğü çukur ise zifiri karanlıktır.
Aziz Müslümanlar!
Sevgili Peygamberimiz, başta ailesi olmak üzere muhatabı olan bütün insanlara saygı, şefkat ve nezaketle davranmıştır. Kimseye kaba ve kırıcı söz söylememiş, Müslümanların da hiçbir şekilde şiddete başvurmalarına müsaade etmemiştir. Allah Resûlü bir hadis-i şeriflerinde müminleri şöyle uyarmıştır: “Kıyamet günü en şiddetli azap görecek kimseler, dünyada insanlara en çok işkence edenlerdir.”5
Muhterem Müminler! 
Ne hazindir ki karıncayı dahi incitmekten kaçınması beklenen Müslüman toplumları zaman zaman “Yan baktı! Korna çaldı!” gibi akla hayale gelmeyen sebeplerle birbirinin canına kast eder oldu. Müslümanlar, Kur’an-ı Kerim’in anlaşmazlıklarda hakem tayin etmeyi ve barıştan yana olmayı emrettiğini, Peygamberimizin kendi canına kastedenleri bile pişman olduklarında affettiğini sanki unuttu! Ailede, okulda, iş yerinde, sokakta sabır ve hoşgörüyle davranması gereken müminler, bir anlık öfkelerine yenilip birbirini incitir hale geldi. Oysa Peygamber Efendimiz, aklın değil bileğin gücüne güvenmeyi eleştirmiş ve şöyle buyurmuştu: “Güçlü kimse, insanları güreşte yenen değildir. Bilakis güçlü kimse öfke anında kendisine hâkim olandır.”6 
Kıymetli Müslümanlar! Geliniz! Nefes alıp veren her canlıda Yüce Rabbimizin kudretine şahit olalım. Yaratandan ötürü yaratılanı hoş görelim. Elimizle ve dilimizle hiçbir varlığa zarar vermeyelim. “Zarar vermek de yok! Zarara uğramak da yok!”7 şeklindeki nebevi ilkeye uyalım. Peygamberimizden bize miras kalan “güvenilir mümin olma” erdemine sahip çıkalım. Sıkıntımız ve sorunumuz ne kadar büyük olursa olsun, çözümü asla şiddette aramayalım. İnsan olmanın şerefine yakışır biçimde konuşalım, dinleyelim, anlayalım ve anlaşalım. Hele hele Rabbimizin mukaddes saydığı ve dokunulmaz kıldığı bir cana kıyarak dünyamızı ve ahiretimizi harap etmeyelim.
1 Nisâ, 4/93.
2 Ebû Dâvûd, Kadâ’ (Akdiye), 31. 3 Buhârî, İlim, 9; Müslim, Kasâme, 30. 4 Mâide, 5/32.
5 İbn Hanbel, IV, 90.
6 Buhârî, Edeb, 76; Müslim, Birr, 107. 7 İbn Mâce, Ahkâm, 17.