O, bir öğretmen,  bir eğitimci. Öğretmenlik, onda yaşam boyu süren bir meslek. Günün her saatini, yılın her gününü,  öğrenmeye ayırır. Okur, araştırır, öğrenir, öğretir. Her ortam, onun için bir okul ya da dersliktir. Öğrenmeye,  öğrendiklerini öğretmeye aç bir yapısı ve kişiliği vardır.

O, bir örgütçü. Yaşamının her anını örgütlenmeye ve örgütlemeye ayırmıştır. Köyde köylüleri, örgütler. Köye yol yapılmasını sağlar, köylüleri üretime yönlendirir. Öğretmenleri örgütler; insanca yaşama hakkını kazansınlar diye. Derneklerde çalışır, insanlar bir araya  gelsin, toplum için bir şeyler üretsinler diye. Sonuç adamıdır.

O, bir mücadele insanı.  Zorluklar, yoksunluklar, yoksulluklar içinde büyümesi,  onu mücadele etme becerisi kazandırmıştır. Yoklukla, bilgisizlikle mücadele eder. Bürokrasi ile mücadele eder. Beceriksiz ve niteliksiz yöneticilerle mücadele eder. Yılmadan, yorulmadan, usanmadan mücadele eder. Hiç bir zorluk,  onu yolundan  alıkoyamaz.

O, bir yazar. Halkının sorunlarını, çektiği çileleri,  yaşadığı  acıları,  romanlarında, anılarında  tüm çıplaklığı ile anlatır. Toplumcu gerçekçi sanat anlayışının usta bir temsilcisidir. Yalın bir dil, akıcı bir anlatım ile anlatır gerçekleri. Anlattıklarıyla tarihe ayna tutar; yaşananları tüm gerçekliği ile yansıtır. Yapıtlarının adı , bunun en güzel ve en somut örneğidir.

O, iyi bir  hatiptir. İyi bir konuşmacıdır. Sivil Toplum Kuruluşlarında düzenlenen etkinliklere  katılır. Konuşurken, tüm benliği ile  yaşatır sözcükleri. Dinleyenleri avucunun içine alır; onları konuşmanın içine çeker.

Özetle O, bilge bir kişidir. İyi bir dosttur. İyi bir arkadaştır. İnsandır her şeyden öte.  Ben , onu çok beğenir ve takdir ederim. Bu söyleşiyi okuduktan sonra bana hak vereceksiniz  sanırım.

Öyleyse , hemen sorularımıza geçelim. Sabırsızlandığınızı  görür  gibi oluyorum.

Zeki Baştürk: Rahmi Dede; bize kendinizi tanıtır mısınız?

Okurlarımız kendi kaleminizden sizi tanımak isterler. Ne zaman, nerede doğdunuz? Hangi koşullarda ve ortamlarda büyüdünüz? Hangi okullarda okudunuz? Anlatın kendinizi.

Sizi, röportajınızda ereğinize ulaşacağınız inancıyla selamlayarak girmek istiyorum sözlerime: Yerküremiz, üzerinde taşıdığı onca ağırlığa yüksünmeden 4-11-1949’da beni de aldı yüklerinin arasına. Çünkü ben, Artvin'in Ardanuç ilçesine bağlı 50 hanelik (Nörgiel) Çakıllar Köyü’nde ağlayarak selamlamışım yeryüzünü. Doğum anımda doğaya uzanan ellerimden Fadime Ebem tutmuş. Anamla babama bu üçüncü çocuğunuz dünyamıza hayırlı olsun diyerek teslim etmiş.

Memeden kesilinceye dek höllüklü beşikle Anamın kucağı, bana yurt oldu. Serpilip gelişince artık Dede ailesinin sofrasında yerim belirlendi. Komşularımız gibi doğal ürünlerle besleniyor yoksulluğa yoksuzluğa karşı direniyorduk. Daha iyi yaşam koşullarına kavuşma umuduyla Sakarya’nın Akyazı ilçesine göç ettik. Orada da umduğumuzu bulamayınca döndük baba ocağımızın tüttüğü köyümüze.

Ayaklarıma geçirdiğim kara lastiklerle korpa dediğimiz keçi koyun yavrularının çobanlığıyla katkı vermeye başladım büyük aileme. Ben büyüdükçe korpalar da büyüdü. Oğlaklar keçi, kuzular koyun, danalar sığır oldu. Kış olunca onlar ahırda, ben 1.2.sınıfı öğretmenim Dilaver Dede’nin, 3.4.5.sınıfı Fazıl Altun öğretmenimin ilkokuldaki sınıflarımda öğrenci olarak geçiriyordum. Ortaokulu Şavşat’ta okudum. Okullardaki başarılarımı bir türlü çobanlıkta tutturamıyordum.

Yaşadığınız ortam ve koşullar, aldığınız eğitimler, sizin yaşamınızı nasıl etkiledi? Her türlü ortama uyum sağladığınızı görüyoruz ve tanık oluyoruz. Bunda aldığınız eğitimlerin bir katkısı var mı?

Sayın Baştürk; İlk sorunuza verdiğim yanıtta köydeki yaşamımızın yokluk ve yoksulluk içinde olduğunu açıkladım. Yaşantımıza yapışan fakirlikten sıyrılmak için Akyazı’ya dek göç ettiğimizden, umduğumuzu bulamayınca iki yıl içinde geri geldiğimizden söz ettim. O göç bize elimize aldığımız işin üstesinden gelmenin gereğini kanıksattı. Yılgınlığa düşmemeyi öğretti. Aile bireylerimize, davranışlarına yabancı kaldığımız topluma uyum sağlamayı da göç sayesinde benimsedik.

Ağabeyim Hamdi Dede de köyümüzde ilkokuldan sonra eğitim –öğretim gören ilk üç kişiden biridir. O da, Cılavuz İlk Öğretmen Okulunda edindiği uygar yaklaşımları aile bireylerimize kazandırmanın peşindeydi. Bana ilkokuldan sonra okumak için yazın yevmiyeli iş yerlerinde çalışmamın zorunluluğunu açıkladı. Okulda başarılı olmak için derslerime çalışmamı, öykü, roman gibi kitapları okumaya sevdalı olmamı, sosyal etkinliklere katılmamı tembihledi. Ben de ilkokulu bitirince okuyacağım okulların masraflarını karşılamak için yörede orman işletmesinin sürdürdüğü mevsimlik işlerde işçi olarak çalıştım. Ortaokula kaydımı yaptırınca okuldaki sosyal etkinliklerden anlımın akıyla çıkmak için kitap okumayı piyeslerde rol almayı, münazaralara katılmayı yeğledim. Bu yapıda süren öğrencilik yaşamım bana Artvin Erkek İlk Öğretmen Okulu Öğrenci Örgütü Başkanlığını kazandırdı. Öğrenci Örgütü olarak yurt düzeyindeki öğrenci örgütleriyle yazışmalarımız beni bu günlere taşıdı.

Köylerde sınıf öğretmeni olarak çalıştınız. Çalıştığınız köylerin anlayışını, bakış açısını, yapısını değiştirdiniz. Bir öğretmen olarak köylerde neler yaptığınızı anlatır mısınız?

Öğretmenlikte ilk görev yerim sizin güzel ilçeniz İnegöl’ün Dipsizgöl Köyü’dür. 20 yaşında bir genç olmama karşın köylüyle iyi anlaştım. Sevgili eşimle o köye imam nikâhlı olarak gelmiştim. Köyün muhtarı Sayın Hasan Şen kıydı bizim resmi nikâhımızı. Muhtarla süren içten yakınlığımıza dayanarak köyün tamamını kapsayan derin heyelanın içten içe sürüşüne umar bulunması için muhtarla Okul Müdürünün imzasını taşıyan bir dilekçeyi yazıp gönderdik. Altı ay içinde İmar İskan Bakanlığı’ndan istersek köyümüzün Gökçe Ada’ya taşınabileceği yanıtı geldi. O günlerde de yaz dinlencesi başladı. Ben Sivas Temeltepe’ye er olarak vatani görevimi yapmak üzere yola çıktım. Köylülerimin Bakanlığa nasıl bir yanıt verdiklerini ne yazık ki öğrenemedim.

Askerde çektiğimiz kurada şansıma Trabzon çıktı. Oraya kucağımızda sekiz aylık çocuğumuzla gittik. Yavrumuzu geçirdiği havale sonucu Yılmazlar Köyünde toprağa verdik. Yapacak bir şey yoktu. İki yıl süren er öğretmenliğimin sonunda Sakarya İlinin Akyazı İlçesine bağlı Çıldırlar Köyü’ne atandım. Çıldırlar Yurdumuzun en iyi biberini yetiştiren bir köydü. Köylülerin ürünlerini değerlendirebilmeleri için Çıldırlar Konserve Fabrikası adıyla anılacak biber turşu fabrikasının kurulmasını köyün öğretmenleri olarak tartışmaya açtık. Tartışmalardan olumlu sonuç elde edildi. Köyün ortak malı olacak olan konserve fabrikasının temelleri atıldı. Okulda öğretmen sayısının fazlalığını gerekçe gösterilerek benin görev yerim zorunlu tayinle değiştirildi. Temeller üzerine oturtulacak olan fabrikada değiştirildi. Fabrikanın yerini Kur'an kursu aldı.

Çıldırlar’dan atamam Batakköy’e yapıldı. Yıl 1973’tü. TÖS ( Türkiye Öğretmenler Sendikası) kapatılmıştı. Biz Akyazı’da ki öğretmenler de özlük, ekonomik, demokratik, sosyal çıkarlarımızı koruyup geliştirmek için TÖB-DER (tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği) adlı örgütün çatısı altında bir araya geldik. Ben de Akyazı TÖB –DER Şubesi’nin yöneticilik görevini üstlendim. Üye sayımız kısa sürede %80’leri buldu. Çünkü ilçemizi on iki bölgeye ayırmıştık. Her bölgenin merkezinde olan köylerden biri ile o bölgedeki okulların hepsine ulaşabiliyorduk. Merkez köyler diğer köylerle çakışmamak kaydıyla yılın bir ayında kendisinin çevresindeki köylerin öğretmenleriyle işledikleri konferans konusunu ilçedeki örgüt salonunda veriyorlardı. Bu yapılanmayla Akyazı ilçesindeki öğretmenlerin tümü her ay bir konferans dinlemiş oluyordu. Birlikte iş yapmanın hazzıyla dostluklar gelişiyor, bilinçlenmeye katkı sağlanıyordu.

Başarılarımızı yerinde görmek için Akyazı’ya gelen TÖB-DER Genel başkanı Sayın Ali Bozkurt çalışmalarımızdan etkilendiğini “ Siz, TÖB-DER Genel Merkezi’ni Akyazı’ya taşımışsınız. Sizi tebrik ediyorum” sözleriyle bizimle gönül köprüsü kurmayı sağladı.

İlçemizin Kaymakamı Sayın Ahmet Karabilgin de, Akyazı ova köylerini bir Kooperatif çatısı altında toplamak istediklerini, o kooperatif aracılığıyla Mısır İşleme Fabrikası kurma tasarımları olduğunu, bizim yardımımıza da gereksinim duyduklarını şubemize ilettiler. Bizde örgüt olarak köylüleri örgütlemede kendilerine eşlik etmeyi görev kabul ettik. Bu tavrımız sanayide mısırı hammadde olarak kullanan varsılları rahatsız etmiş olacak ki açtıkları davadan sonuç elde edemeyince dağ başındaki Yörükyeri Köyü’ne sürülmemi başardılar.

Yörükyeri’nde göreve başladıktan kısa bir süre sonra üretime dayalı Kooperatifi kurmamız halkla kaynaşmamızı sağladı. Bize halı dokumasını öğretmek için Eğirdir’e gönderdiğimiz Ayşe Aydın altı ay içinde köye halı dokuma ustası olarak döndü. Kışları uzun süren Yörükyeri Köyünde halı dokuma etkinlikleri aldı yürüdü.

Köyün genç delikanlılarından Bilecik’te açılmış olan el becerileri kursuna gitmeleri için aileleri ikna edildi. On genç oraya gönderildi. Orada orman ürünlerini değerlendirmeye yönelik turistik eşyaların yapımı becerilerini kazandılar. Kursa katılan on öğrencinin sekizi çeşitli iş yerlerinde iş bulup çalışmaya başladılar. Mesut, Civcivgüney Mahallesinde, Bekir de köyün merkezinde atölye açtı. Yörükyeri halılarının Almanya da satış rekorları kırması onlara örnek oldu. Bekir, yaptığı turistik eşyaları yurt dışına ihracata başladı. Köye Akyazı zenginlerinin ilgileri yoğunlaştı. O köyün mezrasında yazlık evler yapıtılar. Artık orası sürgün köyü değil asfalt yolla ulaşılan cazip bir yer oldu.

Öğretmen olarak her evin kurağına bir arı kovanı koydurtamadan orada arıcılığı başlatmaya zaman bulamadan Uzakdoğu’dan Mühendisler Odası aracılığıyla getirttiğim dut fidelerinin verime dönüşmesini göremeden 12 Eylülün mağduru oldum.

Darbeciler vurdular, kırdılar, işkencelerle salyalarını döktüler ama Gölcük’teki askeri tutuk evlerinde gizlice file örme işimizin önüne geçemediler. Bizi üretimden koparmayı başaramadılar. Yapmada yaratmada örnek oluşumuzun önünü alamadılar.

Başarılı bir köy öğretmenisiniz. Öğretmenliğinizde yaşamına dokunduğunuz, yaşamını değiştirdiğiniz çocuklar oldu mu? İlginç birkaç örnek verebilir misiniz?

Sürgün edildiğim köyden iki doktor, bilemediğim sayıda da memur var. Bursa merkezde çalıştığım okullardan banka müdürü, mühendis, dil öğretmeni ve doktorlar var. Geçen gün AVM nin birinde para ödemek için vezneye uğradığımda veznedar ayağıma kalktı elimden öptü. Emekli olduğum Dumlupınar İlkokulundan mezun ettiğim öğrencimmiş. Halkla ilişkileri bitirmiş orada çalışıyormuş. Çanakkale 18 Mart Üniversitesi’nde öğretim üyesi öğrencimin olduğunu biliyorum. Hepsinden haberdar olamadığım için bağışlayın fazla bir şey söyleyemeyeceğim.

Örgütçü bir kimliğiniz kişiliğiniz var. Öğretmenlik yaptığınız yıllarda öğretmen örgütlenmesinin içinde yer aldınız. Kimlerle birlikte çalıştınız? Amacınız neydi? Amacınıza ulaştınız mı? Merak ediyoruz. Sanıyorum okurlar da merak ediyorlardır.

3. sorunuza verdiğim yanıtta öğretmen örgütlenmesinin içinde bulunduğuma değindim. Derneğimizin Marmara Bölge Koordinasyonunda Ali Coşkun, Mehmet Büyük, Nafiz Duman, Rauf Güner ile dayanışma içinde çalışıyorduk. Doğukaradeniz bölgesi sorumluluğumda Süleyman Üstün öğretmenimin sınır tanımaz yardımlarını gördüm. Hedefimiz öğretmen örgütünü sendikalaştırmaktı. Ereğimize ulaştık. Ne var ki günümüzdeki sendikaların sararmasından da oldukça rahatsızlık duyuyorum. Bu parçalanmışlığın mutlaka önüne geçilmesi gereğine inanıyorum.

Güçlü bir kaleminiz var. Usta bir yazarsınız. Yayınlanmış pek çok kitabınız var. yazmaya ne zaman ve nasıl karar verdiniz? Sizi yazmaya yönelten etmenler nelerdir? Bu arada yayınlanmış kitaplarınızdan da söz ederseniz seviniriz.

Yazarlığım için iltifatla bezeli sözlerinize teşekkür ediyorum. Yazarlığımın ölçüsünü takdirlerinize bırakıyorum. Bugüne dek üçü roman biri adı gibi yazı demeti. Biride yayına hazır, yayın sırasını bekleyen BEN DE VARIM adını taşıyan öykü kitabım var.

İlk romanım TUTKUN iyi ye doğruya güzele olan tutkunluğun yapıtıdır. Yokluğun yoksulluğun Anadolu kırsalında açtığı yaraları ele alıyor. Derman bulma tutkusuyla kavruluyor olanları anlatıyor. Benim ilk göz ağrımdır.

İkinci yapıtım, günümüzde mağduriyetler yaratan, insanlık suçları işleyen, kaba kuvvetin güldürmeye çalıştığımız yurdum insanına karalar bağlatan,

yeşertmeye çalıştığımız demokrasimizin güllerini postallarla ezen,

Huzurevinde yeni yıl kutlandı Huzurevinde yeni yıl kutlandı

gelen günün geçen günü arattığı, sokaklara çıkılamadığı

İnsanların katledildiği, kahredici bu dırama seyirci kalınarak suça ortak olunduğunun kanıtı olan  BALIMIZA TUZ ATTILAR romanıdır.

Üçüncü yapıtım, öyküler, denemeler, makaleler, gezi notları ile donatılmış zevkle okunacak bir kitaptır.

Dördüncü yapıtım SIRA BİZDE dostluğu örmede, insanlığı kalkındırmada sıranın bize geldiğini, dünya insanları olarak savaşı didişmeyi bırakıp hısımlığı örmenin zamanına ulaşıldığını kanıtlayan bir romandır. 42 yıl egemenlikten yoksun yaşamanın kahredici çilesini somut vakalarla anlatan tarihi bir belgeseldir.

7- Yapıtlarınızda yaşantınızdan kesitler var. Kendi gerçek yaşantınızı anlatmışsınız. Okuyucular bu yapıtlarınızda sizi yakından tanıma olanağı bulacaklardır. Kendinizi yazma, kendinizi anlatma gereğini neden duydunuz? Bunun bir nedeni bir gerekçesi var mı?  öğrenmek isteriz.

Bizim Yunus derki “İnsan kendin bilmektir. Sen kendini bilmezsen, bu nice okumaktır.” Okuyucularımı gerçekle buluşturmayı erek edinmiş biri olarak işe tanık olduğum olaylardan başlamayı yeğledim. Bu yaklaşım ister istemez okuyucularımla benim aramdaki mesafeyi daralttı. Birlikte hem hal olmamıza yol açtı.

Doğruyu yakalamada sabırsızlığımdan olacak, insanlığı olumsuz yönde etkileyen olayların karşısına anılarımdan kalkış yaparak dikilmem. Bu nedenden ötürüdür benim beni anlatmam. İstiyorum ki benim kendimi bildiğim kadar okuyucularımda beni bilsinler.

Yapıtlarınızda tarihe not düşmüşsünüz. Tarihe ayna tutuyorsunuz. Toplumsal sorunları gerçekçi bir biçimde anlatıyorsunuz. Yalın bir diliniz, sürükleyici bir anlatımınız var. Toplumsal gerçekçilik sanırım sizin yaşam biçiminiz, dünya görüşünüz. Bu konuda neler söylemek istersiniz.

Vereceğim yanıt sizin sorunuzun içinde saklı. Evet ben olay veya olguları eğip bükmeden yada süslemeden oldukları gibi anlatmaktan yanayım. Zaten sanatçılar olay ve olgulara ayna tutan bilinçli bireylerdir. Aynalar yalan söylemediklerine göre, o aynaları doğru tutanlar da olayları yanlışsız yansıtmak durumundadırlar. Bunun adına toplumsal gerçekçilik deniliyor günümüzde. Bu bakış açısıyla değerlendirdiğimizde ben de bir toplumsal gerçekçiyim.

Sürekli bir devinim ve eylem içerisindesiniz. İyi bir konuşmacısınız. Derneklerde etkin görevler alıyorsunuz. Konferanslar veriyor, sunumlar yapıyorsunuz. Halkı aydınlatma uğraşı ve çabası içindesiniz. Hiç boş durmuyorsunuz. Bu çabaları ve çalışmaları “ Bir Aydın Sorumluluğu” olarak algılayabilir miyiz? Yoksa kişisel bir özellik mi? Aydınlatırsanız mutlu oluruz.

Siz değerli bir eğitimcisiniz. Öğrenmenin, gezip görmeye, okumaya bağlı olduğunu çok iyi bilirsiniz. Atalarımız bu gerçeği “ Yatan aslandan gezen tilki yeğdir.” sözüyle vurgulamışlar. Yarınlarından sorumlu olanların devinim içinde olmaları bu nedene dayanıyor sanıyorum.

İyi bir konuşmacı olduğum sizin değer yargınız. Saygı duyuyorum. Bir gerçeği dile getirmek konuşmayı gerektiriyor. Ağzı olan konuşmalı. Yapılan yanlışların doğuracağı sonuçları dile getirmeyenler acizlik adilik içinde olanlardır. Bilinçli konuşmak bilginin dışa vurumudur gelişmeye atılan ilk adım olarak kabul edilmelidir. Konferanslar verme, sunumlar yapma bu bağlamda değerlendirilmelidir.

Ömrüm çalışmayla geçti. Bunun kişisel özelliğimden mi yoksa toplumsal sorunlara duyarsız kalamadığımdan mı kaynaklandığına bir şey diyemeyeceğim. Bana sorarsanız kendimde iki olasılığı da görüyorum.

Okurlara, topluma, aydınlara neler söylemek istersiniz? Vermek istediğiniz bir mesajınız var mı? Nasıl bir toplUm ve ülke düşünüyorsunuz? Öğrenmek isteriz.

İçerikleri geleceğimizin müjdecisi olan sorularınızla beni mest ettiniz. Toplumumuzdaki gazetecilerin sorunları açığa çıkarmak için örneğini verdiğiniz yetkinliklerle donanımlı olmalarına tanık olmak istiyorum. İnsanlığın sadece duyan değil, bilen, inceleyen, yargılayan bireylere sahip olmasının beklentisi içindeyim. Artı değerin topluma mal edildiği, üretenin yöneten olabildiği, cehaletin ortadan kaldırıldığı, sanatın sanatçının değer kazandığı, dostluğun, barışın evrensel ölçekte değerlendirildiği bir tolum düzenini ülkemde ve tüm evrende görmek istiyorum. İnsan kıyımına, doğa katliamına, Silahlanmaya dur diyorum. Bana bu olanağı verdiğin için sana sonsuz teşekkürler. Üstün başarılarının devamı dileklerimle selamlar.