Fatma ASLAN KUNDAKCI

Kitabın yazarı Mükerrem Şehitoğlu 1950 doğumlu, emekli bir öğretmen. Erzurum, İspir doğumlu! Çocukluğunu, ilk ve ortaokul yıllarını Çoruh Nehri kıyısındaki o küçük kasabada geçirmiş.

Erzurum Nene Hatun Kız Öğretmen Okulu’nu bitirip öğretmen olduğunda atandığı Sakarya Akyazı’ya bağlı Teketaban Köyü’nde aralıksız 12 yıl çalışmış, bir meslektaşıyla orada evlenmiş. Daha sonra, ailesinin İspir’den göç edip yerleştiği Bursa’da da 13 yıl öğretmenlik yaptıktan sonra emekli olmuş. Üç çocuk annesidir.

*

Kitap, Alp yayınlarından 2018 yılında Bursa’da, 3. Hamur kitap kâğıdına basılmış. 13.5x19.5 cm. boyutunda, karton kapaklı, 240 sayfa. İçinde anılarla ilgili siyah beyaz fotoğraflar var.

Kitabı bana Canım öğretmenime Bursa’dan sevgi ve saygılar gönderiyorum diye imzalayarak göndermiş. Çünkü Mükerrem, benim İspir Ortaokulu’ndan öğrencimdi.

 Kitabı, Köy Enstitülerinin 78. Yıldönümünde bir konuşma yapmak için çağrıldığım Samsun ÇYDD’ye gidip gelirken yolda okudum.

Mükerrem, ülkücü bir öğretmenin, geri bırakılmış bir köyde, halkı aydınlatmak için gösterdiği çabaları, karşılaştığı zorlukları, bunları yenmekten duyduğu mutluluğu; bu arada iç dünyasındaki duygusal çalkalanmaları da akıcı bir dille ve ayrıntılı bir şekilde anlatmış.

Garip bir raslantıyla ben de 1971 - 1972 yıllarında Sakarya Ali Dilmen Lisesi’nde, yedek subaylık dönüşü 1973 – 1975 yılları arasında da Sakarya Adapazarı Lisesi’nde çalışmıştım.

Bu nedenle, Mükerrem’in kitabında anlattığı anılarının bir kısmının da tanığı durumundayım.

Mükerrem’in öğrenci, benim öğretmen olarak çalıştığım İspir’in o dönem kaymakamı olan Sayın Selahattin Tekin’in, Sakarya’da Vali Muavini olarak bulunması da güzel bir rastlantıydı.

*

Mükerrem’in Öğretmen Okulundan öğretmeni olan Lemanser Sükan’ın “Memleket Yollarında” adlı anı kitabıyla ilgili olarak sekiz yıl önce yazdığım bir yazıda, bu tür kitaplar için şöyle bir değerlendirmede bulunmuştum.

Anı kitapları, edebiyatın ve kültür tarihimizin zengin kaynakları olarak kabul edilir. Özellikle tarihte ün yapmış kişilerin anıları, o dönemleri aydınlatma açısından önem taşır.

Batıda 18. yüzyılda, bizde ise Tanzimat’tan sonra yazılmaya başlayan anı türü, o devirleri çeşitli açılardan araştıranlara da bilgi verici ve yol gösterici olur.

 Ziya Paşa’nın Defter-i Amâl’i, Ahmet Rasim’in Falaka’sı, Halit Ziya Uşaklıgil’in Edebi Hatıralar’ı, Falih Rıfkı Atay’ın Zeytindağı ve özellikle Çankaya adındaki yapıtları yazın hayatımızda önemli belgeler sayılır.

 Yakın dönemde Altan Öymen’in “Bir Dönem Bir Çocuk”, “Öfkeli Yıllar”, “Değişim Yılları” adlı anı kitapları; bir Cumhuriyet Valisi olan Aydemir Ceylan’ın “Bir İhtilal Bir Darbe Arasında 20 Yıl” isimli anıları, Şeref Bakşık’ın “CHP ile Bir Ömür”, Hanefi Avcı’nın  “Haliç’te Yaşayan Simonlar” gibi kitaplar da yazıldıkları döneme ışık tutan kitaplardır.

 Anı kitapları, yazıldığı döneme objektif bakılabildiği ölçüde önem taşır. Eğer yazar, tarihsel olayları çarpıtma, kendi dünya görüşünü, duygularını, subjektif bir anlayışı sergilemek eğilimindeyse, bu o dönemin tarihsel olgularıyla çelişeceği için yazılanlar değersizleşir.”

Mükerrem, idealist bir öğretmen olarak çalışmalarını sürdürürken, ülkeyi yönetenlerin eğitim politikalarına da göndermeler yapar ve sık sık, övgüyle “Köy Enstitüleri”nden söz eder.

Bilindiği gibi Köy Enstitüleri, Atatürk’ün sağlığında, 1935 yılında Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan döneminde başlayan, Türkiye’deki kırk bin köyün aydınlatılması, Cumhuriyet Devrimlerinin geniş halk kitlelerine götürülmesi hareketidir. Köy Enstitüleri,  Atatürk’ün ölümünden sonra, İnönü döneminde Hasan Ali Yücel’in Milli Eğitim Bakanı olması ve İsmail Hakkı Tonguç’un, vekâleten yürüttüğü İlköğretim Genel Müdürlüğü görevine asaleten atanmasıyla hız kazanmış, 17 Nisan 1940’da yasal olarak kurulmuştu.

Köylünün uyanmasından korkan egemenler, 1946 yılı seçimlerinden sonra ağırlıklarını iyice hissettirmiş ve İnönü de bunlara ödün vermeye başlamıştı. Bu ödünlerin arasında Hasan Ali Yücel’in bakanlıktan alınıp yerine Reşat Şemsettin Sirer’in atanması, İsmail Hakkı Tonguç’un görevden alınması, okullara din dersi konması, imam hatip okullarının açılması da vardı. Yani 1946’da içleri iyice boşaltılan enstitüler, 1954 yılı başında ismi de değiştirilip şeklen de tarihin sayfaları içerisine gömülmüştü.

O, köyde yapmak istediği işlerde başarılı olabilmenin ön koşulunun, kendini köylüye sevdirebilmek, kabul ettirebilmek olduğunun bilincinde bir öğretmendir.

Bunu başarır da…

Köyümün insanı beni kendinden görüyordu. İnanıp, güveniyorlar, bir dediğimi iki etmiyorlardı.(…) Bu yapacağım çalışmaları kolaylaştırıyordu. Ağzımdan çıkan her sözün, her davranışımın kendilerine katma değer olacağı inancı içindeydiler. Öyle ki o yıllarda doğan kız çocuklarına benim ismimi koydular. Bir yılda köyde üç bebek Mükerrem olmuştu.”(S.153)

Eğitimin ana amacının toplumu doğruya, iyiye, güzele yönelik değiştirmek; bunun için de durmadan üretmek olduğuna inanan Mükerrem geceyi gündüze katar, dur durak bilmeden çalışır.

Mükerrem, kitabına ad olarak verdiği “Toprağın Kızı” nitelemesi için:

Benim aklım, fikrim, ruhum, bedenim hep üretim ve toprakla yoğruldu. Bana, “sen toprağın kızısın” diyenler oldu. Bu niteleme çok hoşuma gitti. Topraktan hiç ayrılmadım. Ufak üretimlerimi, yüzelli metrekarelik toprağımda sürdürüyorum” diyor.

1968’de İTÜ Öğrenci Birliği Başkanlığı yapan Sevgili arkadaşımız Harun Karadeniz eğitimin amacı, kim için ve ne için üretim yaptığını bilerek üretim yapan insanlar yetiştirmek olmalıdır” demiş hatta bu konuda bir de kitap yazmıştı.

2018 Türkiye’sinde, eğitim ve öğretimin içine düşürüldüğü durum göz önüne alındığında, kendini “Toprağın Kızı” olarak görenlerin değeri daha iyi anlaşılıyor.

Aklına, fikrine, eline, koluna sağlık Sevgili Mükerrem!

Hami KARSLI