Büşra EKİM

Yayla yolundan, uzaktan Seki Yaylası'nı selamlayarak kıvrıla kıvrıla hayallerimin başladığı yere doğru giderken, gün aydınlanmaya başlamıştı.

Yanından gelip geçerken, bacası tüten evler her zaman içimi ısıtır benim. Evin yaşanmışlıkları kendi hayatım oluverir bir anda...

Derken Karabeli'de aştık ve merhaba Fethiye... Fethiye eski adıyla Meğri diye biliniyor. Anlamı ise "uzak diyar".

Uzak diyarda kendinize yakın birilerini hissetmek için Gar Lokantasından şaşmayın derim.

Otogarın çıkış kapısının tam karşısıdır. Kapıda Oktay ağabey, genelde bir bidon kolonya ile karşılar bizi. Haliniz, hatrınız, yolcuğunuz sorulur, içten ev sahini tavırları ile.

Sabah çorbasıyla birlikte sıcacık sohbet eşliğinde kahvaltı bitince, benim olmazsa olmazımdır... Balık - ekmek. Sabah sporu yapan bisikletliler, yürüyüş yapan gençler, yaşlılar, koşanlar, köpeklerini gezdirenlerle cıvıl cıvıl kordonda, çaylarımızı içerken, birkaç ekmeği balıklara sunmak büyük keyiftir. Yani kahvaltının üzerine balık ekmek yemiyorum... Balıklara ekmek ikram ediyorum.

Bu kez Fethiye'ye geliş amacım, buradan başlayıp Antalya'ya uzanan Likya yolunu tanımak. Güzel bir üç günün başlangıcı Ölüdeniz'den oluyor.

Doğa uyanışta

Fethiye'nin domuz ovası olarak bilinen bölgesinde, adeta papatya cennetine düştüm. Hani derler ya, bu zamanlarda toprağa sakin basacaksın... Zira toprak ana gebedir diye... Toprak ananın binbir renkte, binbir çeşitte güzellikleri cömertçe sunma zamanı geldi.

LİKYA YOLU

Öncelikle; Likya yürüyüş yolu, dünyanın en güzel on yürüyüş rotasından biri olarak biliniyor. Türkiye'nin ise en güzel yürüyüş yolu. Ölüdeniz'den başlıyor, Antalya'ya kadar devam ediyor. Toplamı beşyüz kilometreden fazla olan bu antik yolda, üç gün boyunca bazen arabayla bazen yürüyerek dolaştım. Profesyonel olarak planlandığında yirmi günden fazla bir zamanda tamamlanıyor.

Yaren Leylek Amerika’nın gündeminde Yaren Leylek Amerika’nın gündeminde

Likya veya Lisiya, Teke yarımadasını kapsayan bir antik kent. Likya, anlam olarak "Işık Ülkesi" demek. Tarihte, 23 Likya kentinden oluşan  Likya Birliği kurulmuş ve yine tarihte bilinen "ilk demokratik birlik" unvanını almıştır. Bu antik yolda yürürken, pek çok antik kent gezme fırsatınız oluyor. Bu kentlerin en önemlisi ise Patara.

YOL HİKAYELERİ

Gökben Köyü Çoban Feda Abla

Fethiye'nin Gökben Köyünde (artık mahalle oldu) bir çoban çifte rastladık. Feda ablayla, ayak üzeri sohbette; dilkişen ve kuzugöbeği otlarından topladık. Bu yörenin insanı, keçinin yediği her otu yer. Doğayı tanıyan ve ondan faydalanmasını bilen insanlar, doğada aç kalmazlar.

Keçi

Seydikemer, Minare Köyü çimenlerinde hayatımda ilk kez "keçi süsmesi" neymiş, o gün öğrendim... Beni kendi ipine dört - beş kez dolayıp, süsen keçiden anne kızın yardımıyla kurtarıldım. Ne yalan söyleyeyim çok ta keyifliydi. Keçi bizim kültürümüzde önemlidir. Yörükler de tıpkı keçi gibidir. Bağımsız, özgürlüğüne düşkün. Buralarda yörükler yaşadığından, hala bolca olmasa da keçilere rastlamak güzel.

Gökçeören Köyü

Fethiye'den Likya yürüyüşüne başlarsanız... Sekiz gün yürüyüp, Kalkan'ı, Bezirgan'ı, Sarıbelen'i geçip Gökçeören köyüne gelirsiniz. Köydeki tek konaklama yeri olan Yeşil Pansiyon 'u muhtemelen önceden araştırıp öğrenmişsinizdir. Değilse de köyde hemen dikkatinizi çekecektir. Bol odalı, samimi bir köy evi. Kahvaltı, dört - beş çeşit yemek var. Hatta grupsanız ve önceden haber verdiyseniz kuzu kesebiliyorlar. İşletmecisi Hüseyin Yılmaz ve eşi. Ben kendimi kısacık bir molada evimde gibi hissettim. Burada para verirseniz alıyorlar, vermezseniz sormuyorlar bile. İhtiyaç halinde size yardımcı olmak için ellerinden geleni yapıyorlar üstelik.

Ambarlar

Gökçeören Köyünde ilk dikkatimi çeken ambarlar oldu. Şimdilerde boş olsalar da bir zamanlar aktif kullanılırlarmış. Ahşap mimarinin güzel bir örneği aynı zamanda bu ambarlar. Gökçeören köyüne bir de tepeden baktım... Yukarıdan bakınca şirinler köyünü andıran görüntüsüyle ambarlar, geçmişin hatıralarını barındırıyorlar... Yaşayan çok insan olmasa da sevimli ve sıcacık bir köy daha tanımış oldum.

Alaflar

Su kuyularının yanlarına yapılan, hayvanların su içtiği yerlere bu yörede alaf adı veriliyor. Bu bizim insanlarımızın en insani yanı belki de... Dedemin bir lafı vardır, ağaçların en üst dallarında kalan meyve ve zeytinlere "kuş hakkı" der ve onlara ellemez. Su kuyularının yanına hayvanlar su içsin diye yapılan alaflar da bunun en güzel örneği. Biz de Likya yolunda, kuyulara rastladıkça birkaç kova su çektik ve alaflara doldurduk. Şehirlerin gürültüsünden duyamadığımız incelikleri dağlarda hissederek...

Kelebek Göçü

Uzunca bir parkuru yürüyüp, bir çeşme yanında mola verdiğimiz gezimizin son zamanlarında, bir ilki yaşadık. Kelebek Göçü zamanına denk gelmişiz meğer. Göz gözü görmez denir ya... Adeta öyle bir yoğunlukta, saçlarımızı, yüzümüzü okşaya okşaya gelip geçen kelebekleri hayranlıkla izledik. Telefon ve makinelerimizin şarjları bitmişti çekemedik ama ruhlarımıza ve belleklerimize, doğanın bize bu hediyesini bütün detaylarıyla işledik.

(...)

Göçebelerin, azizlerin,  özgürlük savaşçılarının, korsanların, kadim insanların diyarıydı Likya. Bizim gördüğümüz Likya, yüzyıllar öncesine kök salmış bir medeniyetin görünen yüzü. Parkurlar boyunca taşlara yapılan işaretlemeler, sık sık karşılaştığımız tabelalar sanki bizi bir manzaraya çıkarmaktan öte tarihin Güneş Ülkesinde, bir gün doğumuna çıkarmaya niyetliydi...

Likya yolunda yürümek demek, aslında taşların izini sürmek demek... Taşların izinde tarihe ulaşmak demek...