Muhterem Müslümanlar! Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Kim mümin olarak ahireti ister ve ona ulaşmak için gereği gibi çalışırsa, işte bunların çalışmalarının karşılığı verilir.”

Okuduğum hadis-i şerifte ise Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) bize şu nasihatte bulunuyor: “Akıllı kişi, kendisini hesaba çeken ve ölümden sonrası için çalışandır. Aciz kişi ise arzularına uyup bir de Allah’tan bağışlanma umandır.”

Aziz Müminler!

İslam’ın temel esaslarından biri ahirete imandır. Kıyamet gününe, öldükten sonra dirilmeye, hesaba ve sonsuz bir hayatın varlığına inanmaktır.

Ahirete iman, insanın niyetlerini, sözlerini, davranışlarını kısacası her anını ve her adımını etkileyen eşsiz bir güçtür. Müminin hayatı, ailesiyle, komşularıyla, iş arkadaşlarıyla, canlı ve cansız bütün çevresiyle ilişkileri, ahiret bilinciyle şekillenir.

Ahirete imanı yürekten benimseyen mümin, her işinde Rabbinin koyduğu sınırları ve O’nun rızasını gözetir. İmanının gereği olarak salih ameller işler ve güzel ahlakla kemale erer. Kendisini daima hesaba çeker. Kötü sözlerden ve çirkin işlerden uzak durur.

Mümin, kâinata ibret nazarıyla bakar. Hayatı ve ölümü, sağlığı ve hastalığı, bolluğu ve darlığı, sevinci ve hüznü imtihan dünyasının bir parçası olarak görür. Yaşadığı her tecrübe, karşılaştığı her hadise, onun için iyilik ve mükâfat vesilesidir. Peygamberimizin ifadesiyle, nimetlere şükreder; bu onun için hayır olur. Sıkıntılara sabreder; bu da onun için hayır olur.

Kıymetli Müslümanlar!

Kulluk yolculuğumuzun sonsuzluk durağı ahirettir. Ahiret, bizim asıl yurdumuz ve ebedi meskenimizdir. Dünya’da ektiklerimizi biçeceğimiz, büyük veya küçük, iyi ya da kötü her şeyin hesabını muhakkak vereceğimiz yerdir.  Öyleyse ahiret gününe kavuşacağımızın bilincinde bir hayat sürelim. O büyük gün için hazırlık yapmayı ihmal etmeyelim.

Hutbemi Rabbimizin şu ayetleriyle bitiriyorum: “Kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse onun mükâfatını görecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse onun cezasını görecektir.

İŞTE  “O”  BENİM REHBERİM

 İlk insan ve ilk peygamber Hz. Adem’den son peygamber Hz. Muhammed’e kadar bütün peygamberler tek bir hakikatin (Allah’tan başka ilah yoktur) mücadelesini vermişlerdir.

Bu mücadelede Allah-kul ilişkisi bağlamında kul tarafından en önemli yöneliş ve pratik ise teslimiyettir. İslam özelde son  ve Allah katında makbul dinin  ismi olsa da, bütün peygamberlerin verdiği mücadelenin ve kulun yaratanına karşı teslimiyetin de ismidir. Zaten Kur’an vahyinin ilk muhatabı olan nesil de “İslam” kelimesini teslimiyet olarak anlamış ve bunun gereğini en güzel şekilde yerine getirme gayreti içerisinde olmuştur. Bu kelimeye kök olan “esleme” fiili “boyun eğmek, kabullenmek” gibi anlamların yanı sıra “barışa girmek, barış yapmak” anlamlarına da gelmektedir. Dolayısıyla bu anlamı taşıyan bir eylemi gerçekleştiren kişi veya kişilerden yani müslümanlardan insanları iyiliğe, güzelliğe ve hayra yöneltici davranışlar beklenmesinden daha doğal bir şey olamaz. Zaten peygamberimiz Hz. Muhammed de bir hadisinde buna vurgu yaparak, bir Müslümanın nasıl olması gerektiğini bizlere göstermiştir. “Müslüman, diğer insanların elinden ve dilinden güven duyduğu kimsedir”. Bütün bunlar bize ilkinden sonuncusuna kadar bütün peygamberlerin amacının yeryüzünde barışı, iyilik ve güzelliği hakim kılmaya çalıştığını göstermektedir. Son ilahi kitap Kur’an-ı Kerim’de ki şu çağrı bunu en güzel şekilde özetlemektedir aslında :” Ey iman edenler! Hepiniz topluca barış ve güvenliğe (İslâm’a) girin. Şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.” Çağlar üstü bir kitap olan Kur’an’ın bu hitabı en güzel karşılığını Allah Rasûlü’nde bulmuştur. Onun ortaya koymuş olduğu mücadelenin tamamına baktığımızda, hayatın her alanında iyiliği, adaleti, şefkat ve merhameti, güvenliği ve esenliği hakim kılma gayretini görürüz. Onun gönüllere tesir eden sözleriyle, her bireyin hayatına dokunan tavır ve davranışlarıyla, “İşte o benim rehberim” dedirten örnek hayatıyla günümüz insanını buluşturabilmek en önemli gayemiz olmalıdır.

Yıldırım’da ’Kudüs Bizim Neyimiz Olur’ söyleşisi Yıldırım’da ’Kudüs Bizim Neyimiz Olur’ söyleşisi

BİR SORU BİR CEVAP

Başkasına ait bir “marka”yı izinsiz kullanmak, bunun ticaretini yapmak, para kazanmak dinen caiz olur mu?

Başkasının emeğini gasp anlamına gelecek her iş, tutum ve davranış, kul hakkı sorumluluğunu gerektirir. Bu sorumluluk ise, söz konusu hak sahibine iade edilmedikçe veya helallik alınmadıkça ortadan kalkmaz. İslam emeğe büyük önem verir, haksız kazanca karşı çıkar. Kur’an-ı Kerim’de, “İnsan için ancak çalıştığı vardır.” (Necm, 53/39) buyrulur. Hz. Peygamber de (s.a.s.) emeğin hakkının verilmesini değişik hadisleriyle ifade etmişlerdir. Bunlardan birinde, “Hiçbir kimse, elinin emeği ile kazandığını yemekten daha hayırlı bir kazanç yememiştir. Allah’ın Peygamberi Dâvûd da kendi elinin emeğini yerdi.” (Buhârî, Büyû’, 15) buyurmuşlardır. Bu itibarla, emek ve gayret sarf ederek toplum nezdinde itibar gören bir firmanın kendi markasının izinsiz olarak başkaları tarafından kullanılması kul hakkı ihlaline ve müşterilerinin aldatılmasına sebep olacağından dolayı İslam ahlakıyla bağdaşmamaktadır. Ayrıca bu yolla haksız kazanç sağlamak da dinen caiz değildir.

Günün Ayeti

Siz ancak işlediklerinizin karşılığı ile cezalandırılırsınız. Ancak Allah’ın halis kulları başka. İşte onlar için belli bir rızık, meyveler vardır. Onlar ikram gören kimselerdir. (Saffât, 37/39-42)

Günün Hadisi

Üç dua vardır ki, bunlar şüphesiz kabul edilir: Mazlumun duası, yolcunun duası ve babanın evladına duası.

Günün Duası

Allahım yaşadığımız hayat boyunca bizlere hayatın sıhhatlisini, rızkın bereketlisini, kalbin şefkatli ve merhametlisini, ölürken ölümün beşaretlisini, öldükten sonra da kabrin saadetlisini nasip eyle!