Kendilerini üzen kişilere kin tutmayıp onları affetmenin kişilerin sağlıklarını olumlu yönde etkilediği, affedenlerin kan basınçlarının düştüğü ve kalp sağlıklarının daha iyiye gittiği San Diego Üniversitesi'nde 200 kişi üzerinde yapılan bir araştırmada tespit edilmiştir. Bu ve benzeri klinik araştırmalar, negatif duyguların insanın hem psikolojik hem de fiziksel sağlığına zarar verdiğini göstermektedir. 

Affetmek; en başta doğru bakış açısı geliştirmemize ışık tutar. Çünkü çamurla kaplı gözlüğümüzü yıkadığımızda hem camı temizlemiş oluruz hem de rahat bir görüşe kavuşuruz.

Affetmek; omuzlarımıza ağırlık, sırtımıza kambur olan yükleri boşaltıp daha objektif bir bakış açısıyla kendimizi kabul etmektir.

Affetmek; hürriyetimizin nişanesidir, kendimize yaptığımız en büyük iyiliktir. Aksi durumda insanoğlu affetmeyerek sürekli kendini cezalandırır, ruhuna ağır yükler taşıtır.

Affetmek; öz benliğimizle çok sıcak bir ilişki kurmamız anlamına gelir ve kendi ruhumuzla daha iyi sohbet etmemize yardımcı olur.

Affetmek; içten gelir. Affedemiyorsak içsel engellerimiz var demektir. Şuuraltımızda muhafaza ettiğimiz bir takım olumsuz düşüncelerimiz kendi gelişimimizin en büyük prangası oluvermiştir. Affetmek, kişinin öz seçimidir. Başkasının telkiniyle olmaz. Affetmek bir süreçtir ve kişinin kendisini hazır hissetmesiyle başlar.

Affetmek; kini, intikamı ve nefreti silmektir. Bağışlayarak affetmek, hataları elbette ortadan kaldırmaz; ancak öfke ve husumeti ortadan kaldıracağı kesindir.

Affetmenin bütün faydası ilk etapta affedenedir.

Affetmeyenlerde; kin, acı, nefret, düşmanlık, öfke ve korku gibi duygular hâkim olur ve bilimsel olarak birine karşı kin ve intikam isteği besliyor olmak da bedenimizde bazı olumsuz farklılaşmalara yol açar. Huzursuzluk halinden tutun, dikkat dağınıklığı, uykusuzluk ve halsizlik, ritim bozukluğu, sindirim ve mide problemlerine hatta baş dönmesine kadar... Bedeni ve psikolojik sıkıntılar mı olurdu tercihimiz yoksa affetmek mi? Günümüzde bu problemler hemen hemen bir çoğumuzda var. Yoksa biz merhameti mi unuttuk? Bencilleştik de başkalarını hep sonraya bırakınca taş mı kesildik bilmiyorum ama ne yaptıysak kendimize yaptık. Biz bugün evladımızı affetmiyoruz, çok basit şeylerden dolayı boşanma sınırına geldiğimiz eşimizi affetmiyoruz, bir ceviz kabuğunu doldurmayan meselelerden dolayı kavga ettiğimiz komşumuzu bağışlamıyoruz...

Oysa affetmek, İslam'ın en fazla üzerinde durduğu, her fırsatta teşvik ettiği ahlaki erdemlerden biridir. Çünkü bağışlamak, yapılan bir hataya karşılık vermek yerine o kişiyi affetmek Hz. Peygamberin yoludur. Her türlü işkencelerle anayurtları Mekke'den çıkarılan Müslümanlar, Mekke'yi fethettiklerinde, onlarla savaşan Mekkeliler Hz. Peygamberin kendilerine ne yapacağını, hangi cezayı vereceğini merakla bekliyorlardı. Peygamberimiz ise onlara bir ceza vermek yerine Hz. Yusuf'un kardeşlerine seslendiği gibi şöyle seslenmişti: "Tıpkı

Yusuf Peygamber gibi ben de 'Bugün size kınama yok. Allah sizi bağışlasın. O, merhametlilerin en merhametlisidir.' diyorum, gidebilirsiniz, hepiniz serbestsiniz".

Allah, çok bağışlayandır, O affedicidir, affı ve affedeni çok sevendir. Affedelim ki, Allah da bizi affetsin. Affedelim, hafiflesin göz kapaklarımızın tebessümü. Affın yolunu tutanlardan olabilmek temennisiyle, Yüce Hitaba gönül açarak tamamlayalım günümüzü: "Sen af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir" .(A'raf, 199)



BATIL İNANÇ VE HURAFELER 
Muhterem Müslümanlar! Peygamberimiz (s.a.s) bir gün, amcasının oğlu Abdullah b. Abbas’la yolculuk yaptığı esnada ona şu tavsiyelerde bulundu: “Delikanlı! Sana bazı şeyler öğreteceğim. Allah’ı gözet ki Allah da seni gözetsin. Allah’ı gözet ki O’nu daima yanında bulasın. Bir şey istediğinde Allah’tan iste! Yardıma muhtaç olduğunda Allah’tan yardım dile! Şunu bil ki bütün insanlar sana fayda vermek için toplansa Allah’ın takdiri dışında sana fayda veremezler. Bütün insanlar sana zarar vermek için toplansa Allah’ın takdiri dışında sana hiçbir zarar veremezler...”

GÜVEN VE RAHMETİNE SIĞIN
Aziz Müminler! Yüce dinimiz İslam, tüm insanlığa imanın hakikatlerini, dünya ve ahiret huzurunun yollarını gösterir. Sadece Allah’a kulluk etmeyi, O’na güvenmeyi, O’nun rahmetine sığınmayı ve yalnız O’ndan yardım dilemeyi emreder. Bunun yanında bütün batıl inanç ve hurafeleri reddeder. İnsanların bilgisizlik ve çaresizliklerini fırsat bilerek, duygu ve değerlerini istismar etmeyi büyük bir günah sayar. Ne var ki insanoğlu zaman zaman dinimizin bu ilkelerini göz ardı etmiş, falcı, büyücü, kâhin, sihirbaz ve medyumlardan medet umar hâle gelmiştir. Kıymetli Müslümanlar! Gelecekten haber verme, kısmet açma, şans getirme, şifa dağıtma iddiasında bulunmak ve bundan yardım ummak İslam’ın özüne aykırıdır. Zira, gaybın bilgisi yalnızca Allah’a aittir. Her şeye gücü yeten yegâne kudret sahibi O’dur. Yediğimiz her lokma, içtiğimiz her yudum suyu bizlere lütfeden O’dur. Dertlerin dermanı, hastalıkların şifası, sıkıntıların çaresi O’ndadır. 

Yakarış sadece Allah’a
Bizleri her an koruyup gözeten, yürekten yakarışlarımıza ve samimi dualarımıza icabet eden yalnızca Cenâb-ı Hak’tır. Değerli Müminler! Rabbimize iman ve tevekkül etmişken, umudunu fala bağlayıp geleceğini ona göre planlamak, büyü ve kehanetten medet ummak asla doğru değildir. Yıldızların hareketlerine bakarak insanların kader ve kısmetine dair sonuçlar çıkardığını iddia etmek mümince bir duruşa yakışmaz. Rakamlara, günlere, aylara, hiçbir gücü ve kudreti olmayan nesnelere gizem ya da uğursuzluk atfetmek, inancımızla bağdaşmaz. Kötülüklerden koruduğuna inanarak bir boncuğu kutsal saymak, ağaca bağlanan çaputta, havuza atılan parada kısmet aramak yüce dinimizin yasakladığı davranışlardır. Aziz Müslümanlar Şöyle bir düşünelim! Başkalarının dertlerine büyü ya da sihir gibi gayrimeşru yollarla çare bulduğunu iddia edenler, niçin kendi dertlerine çare olamazlar! Geleceğin bilgisine sahip olduğu yalanıyla insanların umudunu sömürenler, bu bilgiyle neden kendileri doğru yola erişemezler? Şifa dağıttığını söyleyerek insanları aldatanlar, nasıl olur da kendi hastalıklarına şifa bulamazlar? Kıymetli Müminler! Hutbeme başlarken okuduğum Felak suresinde Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “De ki: Yarattığı şeylerin şerrinden, karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden, düğümlere üfürüp büyü yapan üfürükçülerin şerrinden ve kıskandığı vakit kıskanç kişinin şerrinden sabahın Rabbine sığınırım!” O hâlde, Rabbimiz tarafından imana elverişli ve iyilik yapmaya hazır yaratılan tertemiz fıtratımızı batıl inanç ve hurafelerle bozmayalım. En kıymetli hazinemiz olan imanımızı, samimi duygu ve niyetlerimizi doğru dinî bilgilerle güçlendirelim. Huzurlu bir hayat için alın teriyle çalışmayı, helal yoldan kazanmayı, hastalanınca tedavi olmayı, sebeplere sarılmayı düstur edinelim. Kısa ve haksız yoldan kazanmaya teşvik eden umut tacirlerine kanmayalım. Dünya ve ahirette başarıyı ve kurtuluşu, şifayı ve kısmeti Rabbimizden isteyelim. O’nun, gönülden ettiğimiz duaları karşılıksız bırakmayacağına daima inanalım. 

BİR SORU BİR CEVAP

Dua-kader ilişkisi nedir, duanın eceli değiştirdiği, belaları uzaklaştırdığı sözü ne anlama gelmektedir?
Duanın sonuç doğuracak bir sebep olarak görülmesi, konunun kaderle ilişkisini akla getirmektedir. Tabiat olayları, sünnetullah denilen ilâhî kanunlara uygun olarak meydana gelmektedir. Başka bir deyişle tabiatta ortaya çıkan her olayın mutlaka bir sebebi vardır. İnsanın fiilleri de aynı şekilde bir sebep-sonuç ilişkisi içinde cereyan etmektedir. Sebebi ve o sebebe bağlı olarak ortaya çıkan sonucu yaratan Allah’tır (En’âm, 6/17; Yûnus, 10/107).
Dua takdirin bir parçasıdır. Hadislerde duanın belaları def edeceğine (Tirmizî, Kader, 6; Taberânî, ed-Du‘â, s. 31-32; Beyhakî, Şu‘abü’l-îmân, V, 184) işaret edilse de, ezelde duaya bağlı olarak takdir edilmiş şeyler yine dua ile meydana gelecektir. Allah, ezelî ilmiyle kulun yapacağı duayı bildiği için kaderini ona göre şekillendirmektedir. Dolayısıyla dua, diğer sebepler gibi bir sebeptir. Başka bir ifadeyle dua sonucunda bir değişikliğin olmasını Allah dilemişse bu değişiklik, tabii sebep-sonuç ilişkisi içinde hayır veya şer olarak ortaya çıkmaktadır. Dua, kulluğun gereğidir. Yoksa dua, Allah’ın meydana geleceğini ezelde takdir ettiği şeyin gerçekleşmesini önlemesi, takdir etmediği şeyin meydana gelmesini sağlaması için yapılan bir amel değildir. Ayrıca duadan maksat, Allah’ın bilmediği şeyi ona hatırlatma anlamını asla taşımaz. Dua, kişinin kulluğunu göstermesi, aczini ve ihtiyacını Allah’a arz etmesidir.
 

Günün Ayeti
Mallarını gece gündüz; gizli ve açık Allah yolunda harcayanlar var ya, onların Rableri katında mükafatları vardır. Onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir.(Bakara, 2/274)
 

Mutluluğun yolu Osmangazi'den geçti Mutluluğun yolu Osmangazi'den geçti

Günün Hadisi
Allahım! Kalplerimizi birleştir. Aramızı düzelt ve bizi kurtuluş yollarına ilet. Bizi karanlıklardan aydınlığa çıkar ve büyük günahların açığından da gizlisinden de uzaklaştır.

Günün Duası
Allah’ım! Ayakta iken beni İslâm ile koru, otururken beni İslâm ile koru, uyurken beni İslâm ile koru, hakkımda hiçbir düşman ve hasetçinin isteğini yerine getirme. Perçeminden tuttuğun şeylerin şerrinden Sana sığınırım. Her türlü hayrı Senden isterim ki bütün hayırlar Senin elindedir.